Kötü günlerdi, can yakan zamanlardan geçiyorduk. Baskın yemediğimiz, şiddete uğramadığımız, tutuklanmadığımız, vurulmadığımız, sorgu merkezlerinde kaybedilmediğimiz, sonsuza kadar yok edilmediğimiz bir gün bile yoktu. Kürtler, Aleviler, Kemalizm’den azad olmuş solcular, aydınlar bir olmaya, saflarını sıkılaştırmaya çalışsa da üstüne üstüne gelen çıplak şiddet dalgalarına karşı var güçleriyle kenetlenmeye, cılız da olsa bir olmaya çalışsa da gece gündüz devam eden amansız ırkçı faşist kıyımları durdurmaya güçleri yetmiyordu, yaşam alanlarımız her geçen gün biraz daha daralıyordu, demokratik mücadeleye nefes bile aldırılmıyordu…
*
Bölgeden gelen dağlardaki çatışma, köy yakma, faili meçhul infaz, gece gündüz devam eden bombardıman haberleri kentleri ablukaya alan şiddetin daha da artmasına, baskınların daha da kızışmasına neden oluyordu, on yıl kadar önce gerçekleşmiş faşist askeri darbe ortamına rahmet okutuluyordu. Üniversitelerdeki aydın Kürt, Alevi, solcu gençliği boğmaya yeminli faşist polis Şefi Kemik ve diğerlerinin zırhlı araçlarda yaptığı, “Dağlar sizi bekliyor, savaş sizi bekliyor, er meydanı sizi bekliyor, sıkıysa oralarda karşımıza çıkın…” gibi ölüme, öldürmeye, kırım ve katliamlara davet eden anonslar kampüslerde yankılanıyordu…
*
Çalıştığım gazete Özgür Ülke’nin İstanbul Kadırga’daki merkez binası, Çağaloğlu’ndaki idari bürosu, Ankara temsilciliği, muktedirlerin açık emri üzerine aynı gece bombalanmıştı, “Bu ateş sizi de yakacak” manşetiyle yayın hayatına devam eden, bir iki ay sokaklarda, dost kurumların ofislerinde çalıştıktan sonra yeni bir isimle taşındığımız Yenikapı’daki yıkık dökük binamızda gazetecilik faaliyetlerimizi sürdürdük. Onca baskıya, şiddete, ölüme rağmen meydanı boş bırakmadık, muhalif gazeteciliğe ara vermedik, en az polis şefi Kemik kadar, illaki tak şakçı paşa kadar kararlıydık, ölüm listelerini miting meydanlarında açıklayan Başbakan Tansu Çiller kadar inadına var olmaya yeminliydik, dahası hunharca katledilen yazarlarımızın, muhabir arkadaşlarımızın, sokak ortasında satırlarla katledilen çocuk dağıtımcılarımızın anılarına bağlıydık…
*
O ağır günlerde, o en karanlık günlerde Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde öldürülen iki tutsağın 8 Ocak 1996 günü düzenlenen cenaze törenini izlemek üzere görevlendirilen muhabirimiz Zülfikar Ali Aydın’ın yaklaşık bin kişiyle birlikte gözaltına alınıp Alibeyköy’deki Eyüp Kapalı Spor Salonu’nda tutulduğu haberi geldi. Peşinden de sivil polislerin onu almak istediği, ancak gazeteci arkadaşlarının onu aralarına alarak korumaya aldıkları, niyetleri kötü olan eli sopalı polislere vermemeye çalıştıkları haberi geldi. Genel Yayın Yönetmeni Gültan Kışanak’ın olduğu Demokrasi gazetesindeki çalışanlar bir anda alarma geçti, avukatlar devreye girdi, tetikte bekliyoruz. Çok geçmeden polislerin saldırıya geçtiği, muhabirimizi aralarına alarak hunharca dövdükleri, ağır yaralı bir halde bırakıp gittikleri bilgisi gazeteye ulaştı. En son da muhabirimizin öldürüldüğü haberini aldık…
*
Muhabirimizin polisler tarafından öldürülmesi haberi hazırlandığı sırada gazetenin telefonu bir daha çaldı. Telefondaki kişi, öldürülen gazetecinin muhabirimiz Zülfikar Ali Aydın olmadığı, ona benzeyen, onun gibi Malatyalı Alevi bir Kürt olan Evrensel gazetesinin muhabiri Metin Göktepe olduğunu söyledi, daha fazla uzatmadan telefonu kapattı. Art arda gelen haberlerden gazeteye ulaşan son bilginin doğru olduğu anlaşıldı, muhabire de ulaşılarak son bilgi teyit edildi. Muhalif Kürt bir gazeteciyi öldürmeye yeminli oldukları anlaşılan eli sopalı polis, özgür ve barışçıl bir dünyaya doğru Demokrasi gazetesinin muhabiri şimdi de Kürdün değeri Şeyh Said’e hakaret eden Fatih Altaylı’nın yanında Habertürk televizyonunda haber koordinatörlüğü yapan Malatyalı Alevi Kürt Gazeteci Zülfikar Ali Aydın’ın yerine Evrensel gazetesi muhabiri Malatyalı Alevi Kürt Gazeteci Metin Göktepe’yi vahşice katletmişti. Faşizmin sopası yine bir Kürdün kafasında parçalanmıştı, ölüm yine bir Kürdün payına düşmüştü o en karanlık, o en ağır günlerde. Özlemle, hasretle, saygıyla…