Giriş…
Bir diken nasıl kengere yamanırsa, bir soytarı da oturduğu koltuğa öyle yamanır, o makama soytarılık yapar, divanda el-pençe durur, başını emme-basma tulumba gibi kaldırır-indirir, rolünü ezberler, parmak kaldırıp-indirir; neye parmak kaldırdığını-indirdiğini bilmez, merak da etmez çünkü o artık büyük ellerin küçük dudağıdır ve zübüktür! Zatı şahanelerinin şakşakçısı olur, yalakalıkta sınır tanımaz, kraliçenin eteğine yamanır… Kulaksızlar dünyasında zalimler zulmettikçe, dilsiz şeytanlar alkış tutarlar, ses olurken tutunduğum seslerin bir halta benzememesi ondandır.
De hadi gelin ses verin, ses olun!
şu can sıkıntısı kokan yağmur, hüznümüzü geri getirir üşürüz!
Anıların hatırına hasretin hala kor, yarama bir tutam kül ol, hasretimi tutan giz; unutmadan anılarıma şemsiye tut, üşümesin!
a)
Ara Geçiş
"Sokakta dondurma yiyen kadın iffetsiz kadındır..."
Suç dudağın mı, Dilin mi, Dondurmanın mı, Dondurmayı cinsel bir obje gören bir zihniyetin zikrini zikredenin mi? Dondurmanın hammaddesi süt; sütten çıkmış ak kaşık bir zihniyet, süt sağımındaki memelerin cinselliğinden de yakınır mı?
1
Dudak ve dilin dondurmanın kaydırağındaki hazını, fantazilerine uyarlayan, her organını kadına borçlu olan ama kadının her organından da bir cinsellik yaratan zihniyet, iki hidrojen bir oksijenle su yaratısına giriştiler, karbon, tuz, su ve kalsiyumla da insan yaratısına... Yaratılarını ve icatlarını kutsal olarak görüp, her fırsatta bu kutsallıklarını dillendirip biat isteyip, bunları kendilerine borçlu olduklarını, her kök hücreyi de kendi hücrelerine kurban edip, biat etmeyenleri de nankörlükte suçladılar! Kadının kahkahasını iffetsiz görüp ecdatlarını kutsadılar: "Kadının fıtratında kariyer yapmak yok, kadın evinde erkeğini beklemeli...”
Kadınları; inek, koyun ve keçi olarak sadece süt sağılım fabrikaların, anonim şirketlerin ve holdinglerin asgari ücretli kölesi olarak gördüler.
İşsizlik oranı istatistiklerinde ve gayri milli hâsıladan muaf tutup, tütün ve alkolü dış güç olarak niteleyip, tüm kötülükleri bu iki maddeden doğduğuna kendilerini inandırıp, nikotin-alkol ikilisinden de nemalandılar.
Alkol-tütün ikilisinin fotoğrafları afişlerle süslediler aranıyor ibaresiyle afişe ettiler, wanted!
2
Üst akılın kalabalığa sunduğu yapay söylemler yeni bir din yaratısında; dinin arkasına günahlarını, bayrağın ardına da suçlarını gizlediler!
Ağızları Cami, kalpleri murdar, burunları pudra şekerli bir nesil yetişti, bir çizgi daha çek, daha çok çek, zira kalbindeki kötülükleri acilen tahliye etmen gerekiyor!
Aslında günahlarından arınmaya da gerek yok, nasılsa “Peygamber Terlikleriniz, Yanmaz Kefenleriniz var!”
İşsizlik oranı ve açlık sınırı gayri milli hasılanın rakamsal olarak zirvesine yerleşti, söylemlerle hamasetin kaçınılmaz neticesinde; itibardan tasarruf olmaz ama ihtiyaçtan, eğitimden tasarruf olur, kanısına vardılar!
Sen yine sevmeye devam et, “sürtük” annen gündelikçi olarak gözlük mecburiyeti ile görürken, memleketin ilk adet kanamasını ve hayatın kirlerini temizlemekte… Sürtük annen; iki eli kanda bile olsa sana yetişirken sen sadece sus, saçlarını biryantile, burnunu pudra şekerine göm, sadece sus, sus, sus! Susku sırattır, iki tarafı keskin bıçak,
Susku; “Dilsiz Şeytandır”
Sus,
Sus,
Sus,
Avazın çıktığı kadar sus!
3
Yasal bir eylemden dönen ve arkadaşını kaybeden genç; kentin varoşlarında saçları darma-duman genetik acılarını avuçlarına döktü, yol aldı, yola koyuldu, yol aldıkça avuçlarına bakmayı da ihmal etmedi, kendine bira ısmarladı hem de en keskininden votkalı… Varoşun en hâkim tepesine bağdaş kurdu, avuçlarına baktı genetik acılarını yad etti, ellerini ovuşturdu, Alaattin’in lambasını ovuşturduğu gibi lamba cininin gelmesini bekledi, bekledi, bekledi nafile!
İçtikçe ısındı, ısındıkça içti, aşağıdaki çatısız evlerin damlarına gömdü gözlerini, devletin morgunda uyuyan arkadaşını düşündü, gözyaşlarından mors alfabesi oluşturdu, mors alfabesiyle morga mesajlarını telepati sistemiyle yolladı…
‘Şimdi arkadaşımın canı sıkılıyor, üşüyordur belki de kimbilir! Şimdi burada olsaydı votkalı biraları homini gırtlak beraber götürürdük, ağız dolusu sinkaflı küfürler savururduk! Aslında her şey güzel başlamıştı, konuşmacı sorunlara değindi:
Kadınlara taciz, tecavüz ve şiddet sarmalını sorgularken ‘İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının ardından, tespit edilen adreslerde en yakın ölümde inecek var dedi kadın, erke bel bağlamış katili, tecavüzün ereksiyon sorunundan fetva aldı. Namus Cinayetleri, Tutku Cinayetleri fiil çekimlerinde elastiği yasalarla fıtrat deyip geçiştirildi… Hak ve adalet, kördüğüm oldu, iplik yumağında düğümlendi, her gelen bir düğüm attı, her giden ardında kan bıraktı. Çocukların dudaklarına susturucu takıp, gözkapaklarına dünyanın tüm cenabet perdeleriyle kapadılar.
Dünyanın en sapkın penisleri birleşin en yakın çocukluk anılarınızın ırzına geçin, içinizde en günahsız olan savursun döllerini uzaklara, ikinci Halepçe yaşanıyor daha regl süresine erişmemiş, ülkemin kasıklarında tüm regl kanamalı kimyasallar aklandı sahte peygamberlerin bacak aralarında…”
Konuşmacının ince çizgisi araftı, herkesler kendi zebanisini bekliyordu, katiller ve sapıklar bacaklarının arasındaki legal uzamında çocukların en mahrem düşlerinde, sonrası kıyam; Bir sakallı kertenkele, bukalemun puştluğuyla haykırdı!
“Kahrolsun İstabul Sözleşmesi, kadın dizlerini kırıp evinde otursun, çocuk doğursun, hepiniz anarşistsiniz, bayrak inmez, ezan susmaz!”
Kadınlar bukalemun pustluğuna boyanmış sakallı kertenkelenin üzerine yürüyünce, kolluk gücün maharetli elleri, yağmur gibi kimyasal yağdırdılar, özledikleri sahnenin tekrarında ölümler müjdelediler, kadına şiddet mitinginde şiddetin dozu yükseldi!
Kadına şiddet erkeğe izzet mitingine dönüştü!
Bu ülkede her şey normal; yaya geçidinde yayalar araçların altında kalıp can verdiler…
Barış mitinglerinde canlı bombalar savaşları tetiklediler… 1 Mayıs Emekçi Bayramı kan gölüne dönüştü…
Kadına şiddet, tecavüz ve çocuk ölümlerine hayır mitinglerinde kadınlara şiddet uygulandı… Barış mitinglerinde barış istiyenlere şiddet ve mapusluk yolu gözüktü…
4
Eskiden kadınlar, çocuklar öldürülmezdi; feodal sistemin çürümüş çarkında bile kadınlar ve çocuklar ayrıcalıklıydılar, şimdilerde kadınlar çok fena öldürülüyorlar, çocuklar daha fena öldürülüyorlar!
Hayatın en zayıf halkası olanlar; acizler, güçsüzler, onursuzlar yeryüzünün anasına, avradına dümdüz gittiler, geride kalan kadınların, çocukların, ölenlerin pulsuz mektupları, kıyamdır! Hayatın sonu ev adresi tespit edilmeyen suretler, en yavşak maske arayışı olan bukalemun puştluğuna soyunup, ruhlara dua okunmasını engellemek için ölen canlılara kıyanlara, “Ellerin dert görmesin” dileklerde bulunup, kalenin tüm kapılarını açtılar!
Şimdi cezaevinin tek ayak üstünde bıraktığı cezasızlığın öldürülen kadınların, çocukların en mahrem düşlerin şah damarlarına mat çekildi!
Ölümlere dair…
ülkenin derin maden ocaklarında madencilerin parçalanmış cesetleri, deprem çatlaklarında da insan kanı sızıyor, ya da çocukluğumun topaç, uçurtma zamanlarına da kan sızdı… Babamdan gördüğümüz şiddetin haddi hesabı yoktu, annem yüreğini-yüreğime koydu, köşe bucak saklardı gözyaşlarını, gözyaşlarımı da gözbebeklerine katardı, manik depresif olmam bundandır! O gün çocukluğumu içimde öldürdüm, mecburdum; başka çocuklar şiddet sarmalında-girdabında boğulmasın-öldürülmesin diye, kendimi buna inanmaya bıraktım, yoksa içimde yaşadığım bu acıyı nasıl dindirirdim, işte o gün ölüme soyunduğumu anladım! Varsay ki; Filistin’de doğdum, ya da Afrika’da ölmedim, Kürdistan’ın herhangi bir ili olan Halepçe’de kimyasallandım ve bir çirkin boğuldum… Daha önce Dersim’de, Hitler’in gaz odalarıyla tanışmıştım, Hiroşima ve Nagazaki’de de ölmüştüm, zor zamanlardı…
Bizlere tecavüz ve ölümleri müjdeleyenlere inat, tüm kapıları kapatan anneler haykırdılar:
Pir Sultanı ben doğurdum, Börklüce’yi, Şeyh Bedrettin’i, Seyid Rıza’yı ben var ettim, devletleri ben yarattım!
Ey egemen güçler; sizler Hitler’i, Şaron’u, Saddamları var ettiniz, Bizler, Ahmedé Xani’den Mala Cezir’iden, Apé Musa’dan, Mevlana’dan, Yunus’tan feyz aldıkça, sizler halkları ötekileştirip ve İşid’i, El-Kaideyi, Talibanları besleyip analara-çocuklara yeni cehennemler yarattınız! Bizlere reva görülen böylesi zulümler karşısında, tuz koktu, ekmek küflendi, mürekkep çürüdü, yazar, şair, edip olamazdım ben çocukken tüm kitaplarımı yaktılar, şimdilerde insanlar yakılıyor Madımak’da, uzağa gitmek sevaptır diyorlar, de hadi defolun!
Bedenlerimizi Filistin askısında günahlarımızı kuruttular, bizlerde alnımızın çatısındaki domdom kurşunuyla def çalıp oynadık, inadına!