Muhammed Esed
“Ayaklar kalbin gittiği yere gider.”
Her yol meşakkatlidir biraz. Yollar yorucu olsa da, yolcunun bakış açısı değiştiriverir tüm çerçeveyi. Dağıtır tüm kara bulutları, tozu dumana katmadan ilerler. İzler bırakır ardından geleceklere, yol rahat bulunsun diye; hele ki çöldeyseniz… Nereye gideceğini bilen her yolcu varacağı yere odaklanır. Yol şartlarına takılan yolcu ise her zaman şikayetçidir halinden. Yol da yorulur ondan, rehber de… Öylesi yolcular da vardır ki, yolda yolcudan, yolcu da çıktığı yoldan ve ona eşlik eden rehber de memnundur birbirlerinden.
Yollar türlü türlüdür. Öyle bir yol düşünün ki, yola başladığınız siz ile yolu tamamladıktan sonraki siz arasında dağlar kadar fark olsun. Avusturyalı gazeteci yazar, Leopold Weiss adıyla başladığı yolculuğu Muhammed Esed olarak tamamladı.
Ortadoğu ziyaretlerine çöl yolculuğuyla başlayan gazetecinin neler yaşadığı, karşılaştığı zorluklar, gözlemleriyle birlikte bir roman tadında gerçek bir yaşam öyküsü. Kendini, “Beni öylesine huzursuz kılan, beni tehlikeden tehlikeye , rastlantıdan rastlantıya sürükleyip duran bu gezip dolaşmak dürtüsü, macera düşkünlüğümden çok, dünyada bana ait sükun dolu köşeyi bulmak tutkusundan gücünü alıyor” diye tarif ediyor.
Eser on iki bölümden oluşmakta. Kitabın hikayesiyle başlanılan eserde, çöl atmosferini en ince detaylarına kadar betimlemeyen yazar şu ifadeleri kullanıyor; “Tüm görkemiyle hayat… Bunu her zaman duyarsınız çölde. Bu yüzden her zaman bir armağan, bir define ya da bir sürpriz gibidir. Onu yıllardır tanısanız bile, çöl yine de şaşırtıcıdır daima. Bütün katılığı, bütün boşluğuyla onu gördüğünüzü sanırsınız, tam o an uykudan uyanır çöl, solumaya başlar.” Ve “ Çöl, çıplak ve açıktır, hiçbir uzlaşma tanımaz, kuruntuları için birer kılıf olarak kullanabileceği tatlı fantezilerin hepsini süpürür insanın kalbinden; ve onu görünmeyen, biçimlere sığmayan bir Mutlak’a kendini teslim edebilecek ölçüde arttırıp, özgürleştirir. O Mutlak ki, uzak olan her şeyden daha uzak, yakın olan her şeyden daha yakındır insana.”
1900 yılında Avusturya’da doğan Muhammed Esed, gençlik yıllarını Berlin’de geçirmiş, Gazetecilik mesleğiyle ilgili; “profesyonel gazeteciliğin sırrı budur; görüp işittiğini nesnel olarak aktarabilmek, kendi görüşlerinle, kendi şahsi tecrübelerinle karıştırmadan…” demiştir. Maksim Gorky’nin eşiyle yaptığı bir röportajla da gazetelecilikte ön plana çıkmıştır.
Bunun akabinde ona rehberlik eden dostu Zeyd ile Ortadoğu’ya yaptığı ziyaretleri sırasında yaşadıklarını ve belki de bütün hayatını oluşturan Mekke’ye Giden Yol’u kaleme almak adına Pakistan BM’deki görevinden ayrılır.
Bir çok dile çevrilen eser, okuyucuya edebi bir dil kullanılarak sunulan belgesel tadında betimlemelere sahip. Otuz sene boyunca farklı ülkelerde bulunan Yazar, eserinde bu ülkeleri tarihsel mücadeleleriyle birlikte ele alıyor. “Benim için hiçbir zaman zorlayıcı, törensel uygulamalar dizisi olmaktan öteye geçmedi.” dediği atalarının dininden vazgeçtiğini söyleyip; değişik görüş ve kültüre şahitlik ettikten sonra da İslamiyeti seçtiğini anlatıyor.
Yazar, “Hikayem, sadece bir Avrupalının İslam’ı keşfedip tanıması ve Müslüman toplumla bütünleşmesinin hikayesi” diyor ve İslam dininden etkilenme sebeplerini sıralarken islamiyet; “sözcüğün genel geçer anlamıyla bir ‘din’ olmaktan çok bir hayat tarzı, bir yaşama yöntemiydi. Hz. Muhammed (sav)’ın çağrısı fiziki ihtiyaçları göz ardı eden, dünyevi hayatı bir kenara iten salt mistik bir çağrı değildi. Ruhun ve bedenin aynı gerçekliğin, bir bütün olarak insan hayatının değişik, fakat birbirinden ayrılmaz yanları olduğunu vaaz eden bir çağrıydı” diyor ve ekliyor: “Dua kadar insanları birbirine yaklaştıran, bir araya getiren çok az şey vardır. Bu, inanıyorum ki, bütün dinler için, özellikle de Allah ile insan arasında herhangi bir aracının varlığını zorunlu görmeyen İslam dini için bütünüyle doğrudur.”
Muhammed Esed’in her adımı sınırsız bir özleme doğru, sevinç üstüne sevinç, her adımı hikmet ve özgürlük olarak nitelendirdiği Kabe’de yaşadığı hisleri anlattığı son bölümden bir alıntıyla yazımı bitirmek istiyorum; “Eyerimin üstünde dönüp, arkamda dalgalanan ihramlı süvariler denizini görüyorum. Ve daha ötede geçip geldiğim o mecazi köprüyü; sonu hemen arkamdaydı, başlangıcı ise ta ötede, sisler içinde yitip gitmişti şimdi…”
Mekke’ye Giden Yol/İnsan Yayınları/483 sayfa
Ceylan Alkan