Yenidoğan çetesi, sadece bir olay değil; kötülüğün sınır tanımadığını, ahlak ve vicdanın toplumun farklı kesimlerin debile derin bir çürümeye uğradığını gösteren bir örnek. İçinde doktorların ve hemşirelerin olduğu, hayat kurtarmaya yemin etmiş insanların masum bebeklere nasıl bu kadar soğukkanlı davranabileceği karşısında dehşete düşüyoruz. "Sabah gördük hayvan gibi ağlıyor," diyen birinin ağzından çıkan sözler, bir korku filminden değil, bir ülkenin sağlık sisteminin içinden geliyor. "Öldüreceğim de, öldürsem de bir dert biliyorsun" diyebilen bir zihniyetin hastane koridorlarında nasıl dolaşabildiğini sorgulamamak elde değil.
Bu konuşmaları yapanlar yüksek öğrenim görmüş olabilirler, fakat eğitim sadece diplomalarla ölçülemez. Gerçek eğitim, insan olmanın erdemlerini içselleştirmekle başlar. Vicdan, ahlak ve merhametle şekillenir. Yenidoğan bebekler; korunmaya, şefkate ve özenli bakıma muhtaçken, "gebertin" diye bahsedilmeleri sadece bir sağlık sorunu değil, derin bir insani kriz olduğunu gösteriyor. Bu krizin köklerini sadece bir olayın faili olarak görmek, meseleye yüzeysel bir bakış açısı getirir. Zira bu olay, toplumun vicdan muhasebesini yapmasını gerektiren bir çağrıdır.
Türkiye'de, benzer olayların ardından suçun kaynağını ideolojik zeminlere oturtmak ve karşıt ideolojileri suçlamak sıkça görülüyor. Kötülüğün nereden geldiği sorusu, ideolojik bir saplantıya dönüşüyor. Oysa burada ideolojilerden öte, insan olmanın erdemleri ve bu erdemlerin nasıl kaybedildiği konuşulmalı. Peki nasıl oluyor da farklı geçmişlere ve inanç sistemlerine sahip insanlar aynı organize kötülüğe sahip olabiliyorlar? Din, ahlak, felsefe gibi öğretiler bu kötülüğü nasıl engelleyemiyor?
Gerçek politik doğruculuk, siyasi konum veya ideolojidenbağımsız bir vicdani duruş sergileyebilmektir. Toplum olarakhangi kökenden gelirse gelsin, insanlık onuruna aykırı her türlü eylemi aynı cesaretle kınamalı ve üzerinde durmalıyız. Çünkü ideolojik kamplaşmalar ne kötülüğü durdurur, ne de vicdanların kanayan yarasını kapatır.
Yenidoğan çetesi sadece masum bebeklere zarar vermekle kalmamış, yaptıklarının ortaya çıkması ihtimaline karşı hukuki yollarla üzerine giden savcıyı bile tehdit etmiş. Bu cesaret, kötülüğün toplumsal dokunun ne kadar derinlerine sızdığını, adalet sisteminin dahi nasıl baskı altına alınabileceğini gösteriyor. Bu tür olaylara tepkisiz kalmak, toplumun ruhuna işleyen çürümeyi daha da derinleştiriyor. Kötülükle yüzleşmek, sadece failleri cezalandırmakla değil, bu kötülüğün toplumun her kesiminde nasıl normalleştiğini anlamakla mümkün olabilir. Her defasında başka bir trajedide buluşmamız, olayların faillerinin zamanla nasıl soğukkanlı hale geldiklerini gözler önüne seriyor.
Son olarak, Ataol Behramoğlu'nun dizeleriyle bitirelim:
"Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinleÇünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanıKanın karışmalı hayatın büyük dolaşımınaDolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı."
Bu dizeler, insan olmanın kaçınılmaz acılarını ve sevinçlerini kucaklayarak, yaşamın büyük döngüsünde yer almanın gerekliliğini anlatır. Kederi de tıpkı sevinç gibi namusluca, vicdanla ve bütün benliğimizle yaşamalıyız. Yenidoğan çetesi vakası gibi trajediler karşısında kederden kaçmak yerine, bu acıyı insanca bir duruşla ele almak, toplumsal bir yüzleşme ve vicdani bir uyanışa dönüştürmek gerekir.