“Martıların Efendisi filmi, 2017 yılında çekilmiş ve önemli oyuncu kadrosuna sahip, hayata başka bir pencereden bakmamızı sağlayan önemli bir yerli yapım. Gerçi vizyona girdiği dönemde istenilen gişeyi vermemiş olsa da kendi kategorisinde yine de hatırı sayılır ilgiyi gördüğü söylenebilir.
Film, İstanbul’un Tuzla sahilinde müstakil bir evde, yardımcılarıyla beraber kendi dünyasını yaşayan şizofren birinin yaşadıklarını anlatıyor. Martıların efendisi, deniz kıyısında sakin bir yaşam sürdürür. Hayalindeki ”Gizli Ülke” ye kıyı açıklarında demir atmış gemilerle bir gün gideceğini düşler. Hayallerine ulaşmasına yardımcı olacak birinin geleceği umuduyla yaşar. Günün belli saatlerinde iskeleye giderek martılarla adeta bir ritüel havasında iletişim kurar.
Bir gün kıyıya beyazlar içinde bir kadın baygın bir şekilde vurur ve bu kadının beklediği kişi olduğunu düşünerek hareket eder.Böylelikle yeni bir serüven onu bekler.
Martıların efendisi, kendi içsel dünyasında mutlu ve bir amaç için hizmetettiğini düşünerek yaşar. Tabi hayatına giren kadınla, kurduğu düşsel hayat ekseninde yaşamaya çalışır, hayatının amacı için gerekenleri yapar.Filmin sonlarına doğru öldürmek zorunda kaldığı kişi yüzünden mahkemeye çıkartılır ve ceza ehliyeti olmadığına hükmeden mahkeme onu tedavi için akıl ve ruh sağlığı hastanesine sevk eder. Orada geçirdiği dört yıllık tedavi sürecinden sonra iyileştiği gerekçesiyle taburcu edilir. Bir süre ailesinin yanında ”normal” yaşamaya çalışır. Martıların Efendisi, her ne kadar standart bir bireye dönüşmüş gibi görünse de bir gün tekrar yaşadığı o sahil kıyısına giderek hayalini kurduğu “Gizli Ülke” ye ulaşmak için denize yürür ve sularda kaybolur.
Genel olarak filmin işleyişi yukarıda belirtildiği gibi akmaktadır.Ana karakter Martıların Efendisi, neyin normal neyin normal dışı olabileceğinin sorgulamasını verir bize. Filmdeki martı ve gemi detayı, umut ve özgürlüğü sembolize etmektedir. Gizli ülke ile hayalini kurduğu yer özgürlükler ülkesi olabilir. Filmin belli yerlerinde geçirdiği nöbetlerin etkiyle şunu görebilmekteyiz; baskıladığı şeyleri, kaybettiklerini ve elde etmek isteği her şeyi özgürce yaşayabileceği ülke hayalini ” gizli ülke “ kurgusu üzerinden yapmaya çalıştığını söylemek mümkün.
Deniz kıyısında geçirdiği zamanlarda kendinden emin, hayallerini yaşayan ve tamamıyla kendisi olan bir bireyken, tedavi sonrasında girdiği dünyada, daha çok istenileni yapan bireye dönüşmüş görüntüsü çizse de durum göründüğünden farklı olur.
Filmdeki bu ana karakter üzerinden esas görülmesi gerekenin şu olduğu sonuncuda çıkabilir; bizi biz yapan şeyler başkasına anormal olarak gelsede önemli olan onları yaşayabilmektir.Kendisi olmaktan vazgeçmiş/vazgeçirtilmiş bir bireyin normallik adıyla girdiği dünyanın sıradanlığıiyi yansıtılmış. Her iki dünyanın paradoksal ilişkisi ana karakter üzerinden iyi verilmiş.
Burada sinema tekniği açısında filmi ele almayı işin ehillerine bırakarak, filmin daha çok içerik işleyişine bakmaya, çıkarımlarda bulunma çabasında oldum. Martıların efendisi, siyasi sebeplerle gördüğü işkence her ne kadar sağlık dengesini bozmuş olsa da fikir ve özlemlerinden vazgeçmiş gibi görünmüyor. Aslında şizofren bir bireyin, onu o noktaya getiren travmalar ne olursa olsun, istenilene değil istediğine ulaşma çabasını farklı bir yaşam formuyla da olsa sürdürebilmesidir. Martıların efendisi de tamda bunu yapıyor.
Film, küçük nüanslarıyla izlemeyi önemli kılıyor…