Altı Aralık 2013 tarihli “Türkiye Kürdistanı BDP’ye Emanet” yazımda; Başbakan “genel olarak Kürdistan’da, özel olarak da Diyarbakır’da kazanamayacağımı biliyorum. Bu sebeple asli kadrolarımı harcamayıp geleceğe bırakıyorum. Sizi de zayıf bir aday’la yarıştırıyorum. Alan sizin, seçimler sonrası Kürt sorununun çözümünü birlikte gerçekleştireceğiz. Bu sebeple birbirimizi hırpalamamalıyız” diyor.
1990’ların Türkiye ve Kürdistan Siyasetine kazandırdığı şiddetin jargonu şuydu: “Orada, düşük yoğunluklu savaş hâli var”. Evet, savaş hali vardı yirmi yıl boyunca. İşte bu ifadeden günümüz siyasetine bir uyarlama yapmak durumunda kalırsak bu seçimler Türkiye Kürdistan’ı için “düşük yoğunluklu seçim” olarak tarihe geçecek.
Şimdiden söyleyeyim seçimlerin pek bir heyecanı olmayacak. Sonucu önceden belli bir seçim yaşanacak Kürdün coğrafyasında. Öteden beri Kürt siyasetinin şahsiyetler ve şahsiyetlerin kimliği üzerinden değil, Kürdün siyasal ve örgütlü iradesinin belirleyiciliği üzerinden zuhur eden seçim siyasetinin bir örneğini daha yaşayacağız. Yani ez cümle; Kürt coğrafyasında, sonucu ayan beyan belli ve pek fazla heyecanı olmayacak, Kürt siyasal iradesinin mührünü vuracağı bir seçim olacak önümüzdeki yerel genel seçim.”
Yukarıdaki satırların üç ay sonrasından ve kaldığı yerden devam edersek; 2014 Mart yerel genel seçimleri tamamına erdi. Türkiye seçmeni “yediğiniz, içtiğiniz yanınıza kâr olarak kalsın. Bunu biliyoruz. Ama sizin yerinize soyunan muadilleriniz bu işleri hiç beceremediler. Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Bir şeyler de yapıyorsunuz. O halde devam edin. Aman ölçüyü de kaçırmayın ha!” demeye getirdi. Ve yeniden Recep Tayyip Erdoğan dedi. Bunun tercümesi budur.
Kürdistan seçmeni ise çok şey dedi! En başında Demokratik Özerklik şiarını kendine ilke edinen Barış ve Demokrasi Partisi ile yola devam dedi. Ağrı, Bitlis ve Mardin gibi ilk defa alınan şehirleri de Kürt siyasetinin terkisine katarak. Evet, kimi şehirlerde bir miktar oy düştü. Ama bu siyasetin cilvesidir. Şiddetin tavan yaptığı dönemlerde bütün diğer her şey bir yana bırakılır. Siyasetin politik aktörleri ve örgütsel yapısı “sahipsiz” kalmasın diye eleştiriler bir yana bırakılır. Topyekün sahiplenme gündeme gelir. Ama barışın sesinin gür çıktığı ve silahların konuşmadığı dönemlerde eleştirel, hatta oylarla eleştirel talepkârlıklar daha çok öne çıkar. Bu seçimlerde yüreği ezilerek sandık başına gitmeyen ya da aynı il sınırları içinde ilçe ve il, hatta büyükşehir belediye tercihleri arasında farklı tercihler kullanan ama siyaseten yurtseverliğinden asla taviz vermeyen Kürtler de gördüm. Dolayısıyla “Meşe ağacının dalına Kar düşende” başlıklı seçim gününün akşamı yazımın son paragrafındaki “Şimdi içe dönmenin ve yeniden restorasyon sürecine girmenin tam zamanıdır” sözü(m) yabana atılmamalı.
Yeni dönemde Kürdü ötekileştiren hatta yok sayanların inadına “alternatif ve muhalif belediyecilik” nasıl yapılır bunun örneklerine soyunmalı Kürt seçilmişleri. Bunun ilk yolu seçilmiş şahsiyetleri, en tepedeki belediye başkanlarından tutun meclis üyelerine varıncaya kadar sıkı bir iç eğitimden geçirmeye ihtiyaç var. Bu anladığımız manada bir öğrenci eğitimi değil elbet. Daha çok; olgunlaşmanın altyapısını oluşturma ve geleceğe hazırlık diyelim. Buna şiddetle ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Kürt Siyasetinin Belediyeciliği diğerlerine benzememeli / benzememek zorunda. Bu dünya âleme faş edilmeli Bugüne kadar kimi örnekleri uygulandı, devam edip geliştirerek ısrar edilmeli.
İlkleri var bu seçimin; İlk kez bir Süryani ve kadın, yeni Büyükşehir olan Mardin’de Eşbaşkan oldu, bu çok iyi. Keşke Diyarbakır’da da bir alt kademe belediyesinden Ermeni bir aday eşbaşkan olsaydı. Artık bir dahaki sefere…
Bitlis, Ağrı ve Mardin’i aldı Barış ve Demokrasi Partisi. Kürt siyasetinin siyasal temsiliyet sınırları yerel yönetim manasında genişledi.
Halkların Demokrasi Partisi, bütün ısrarlara rağmen istisnalar hariç batı yakadaki sol ve demokrat kesimin oyunu alamayıp Kürtlerin oyu ile yetinmek durumunda kaldı. HDP, BDP ilişkisi ne olacak, yeni dönemin acil sorusu?
Urfa ve Antep gibi “tuzu kuru” şehirlerde; Demirbaş ve Baydemir’in adaylıklarıyla Kürt siyasetinin fiili, meşru ve siyasal sınırları, kazanılan oylarla hayli genişledi. Bir dahaki seçimlere önhazırlık oluşmasına ortam hazırlandı, çok kıymetli.
Ve hepsinden belki de en önemlisi; kadın temsiliyeti açısından Kürtlerin siyasal varoluşuyla tarih yazıldı.
Şehirle ilgili ise; Kırklar Dağı, Hewsel, Dicle Vadisi, Sanat Sokağı ve dahi nelerin talepkârlıkları, yapılabilecekleri bir başka yazının konusu…