Hafta sonu 6. Mardin Bienali başladı. Günler hatta aylar öncesinden bienale katılacak sanatçılar ve yapacakları çalışmalar, bu çalışmaların sergilenecekleri mekânlar, atölyeler, yapılacak çalışma ve sunumlar belirlendi.
Katılımcı sanatçıların nasıl belirlendiği ve hangi koşullarda bienale kabul edildikleri ayrı bir konu benim için. Bu hususta birçok sanatçıdan eleştiri geldiğini ve paydaş olmada lobi faaliyetlerinin yoğun olduğunu şimdilik kenarda tutuyorum.
Mardin son yıllarda kültürel ve turizm olarak epey ilerledi. Bienal dolayısıyla gittiğim Mardin’de o eski taş sokakların, tarihi yapıların bire kültür merkezine dönüşmesi ne yalan söyleyeyim beni hem mutlu etti hem de gururlandırdı.
Adeta her tarihi yapı bir resim, fotoğraf, çağdaş sanat atölyesine evirilmişti. Aynı zamanda kafe olarak kullanılan bu tarihi yapıların kapılarının böylesine sanata açık olması çok sevindirici.
Mardin’de yaşayan çok güçlü bir sanat damarı var. Edebiyat, yazı dünyasında bir özgül ağırlığın oluştuğunu sanırım herkes fark etmiştir.
Fakat resim, fotoğraf, çağdaş sanatlar ve güncel göstergelerle ilgili bunca sanatçının olduğunu tahmin etmiyordum
Mardin Bienali Ali Akay küratörlüğünde yürütülüyor. Bienal Mardin’in en eski yapılarından biri olan Alman Karargahında 10 Mayıs’ta açılışını yaptı ve dört gün sürecek.
Sanat gösterimleri dışında birçok konferans da gerçekleştiriliyor. Yabancı sanat insanları da bienal de yer alıyor, yani bienal uluslararası bir nitelik de taşıyor.
Victor Burgin “Adaptasyon, yapay Zeka Çağında Sanat” konulu bir konferans verdi. Bernard Blistene “Kamusal Müze Deneyimleri”, Nilüfer Göle ise “Meydana Çıkmak, Medeniyet Yaratmak” konulu konferanslar gerçekleştirdi.
6. Mardin Bienali’ne bir de muhalif ya da alternatif sanatçı gösterimleri de vardı. Arkalarında devasa sermaye yoksa da kendi sanatsal üretimlerini aynı zamana denk düşürerek sunma olanağı yakaladılar.
Bu sanatçıların da sergilerini gezebilme fırsatım oldu. Gerek bienal kapsamında gerekse alternatif olanlar gerçekten sanat süzgecinin kırk kalburundan geçmiş eserleriyle Mardin’e değer katmışlardı.
Bu sergilerden birini yazmamak haksızlık olur.
Arkeo Sergileri adıyla yine tarihi bir konakta açılana serginin sanatçılarından Abdo Yalçınkaya “Color of Time”, Cebrail Özmen “Süryanilerin Paskalya Yolculuğu”, Şerif Kino “ Şark Pazarı ve Tehsin Baravi “Vekîşin”adını verdikleri çalışmalarını sanatseverlerin beğenisine sundular.
Hepsi de kendine özgü güzellikler taşıyordu.
Yine çağdaş sanatlar alanında M. Ali Boran’ın buğday ve ahşap ilişkisini kurarak yaşamı ve Mezopotamyayıtemsilleştirdiği görseli ilgi çekiciydi.
Bienalin de alternatif olan gösterim ve sergilerin de tek eksikliği Mardin gibi Kürtçenin yoğun konuşulduğu bir şehirde sanatçıların anadilleriyle sunum yapmamalarıydı. Resimlerin, fotoğrafların, çağdaş sanat sunumlarının tamamının tanıtım yazıları, etiketleri Türkçe idi.
Bazıları İngilizce isim ve etiketler de kullanmıştı ama çoğu Kürt olan sanatçıların kendi anadillerine mesafeli duruşları, Kürtçeyi kullanmamaları dikkat çekmişti.
Oysa iki dilli etiketler, afişler, sunumlar yapılabilirdi.
Sözün kısası Mardin sanat ve kültürel hayatımıza renklilik ve canlılık katıyor, umarım her kentimize bu güzellikler yansır.