Cumhuriyet tarihinin doksan yılı boyunca Osmanlı son yüzyılından devir “Kürt Sorunu” nerdeyse her on yılda yeniden dönüp dönüp başa sarılan bir sarmal gibi gündemden hiç düşmeyen ve diğer tüm sorunları “öteleyen” bir “sorun” oldu.
Sorun muydu? Yoksa sorun halinde sürekliliği olan ve diğer tüm sorunlar gibi birbirlerini tetikleyen sorunlar yumağının bir parçası mıydı? Zamanın da yanıtını bulmakta ve vermekte hayli zorlandığı bir “soru” olup çıktı.
En son 2013 Newroz’uyla birlikte esen “ılıman iklim”. 2015’le birlikte sıkı bir boran / kasırga iklimine dönerek “eski hâl”in klasik moduna dönmüş oldu.
Hatta ne eski hâli, doksanlı yılların eskiliğinden de öte bir hâle dönüştü / dönüştürüldü…
Kasım 2015 seçimlerinden sonra dozu giderek artan (tabi haziranla kasım arasındaki süreci göz ardı etmeden) şiddet sarmalı ülkeyi öyle bir hâle getirdi ki! Bizzat muktedir politikanın en tepe noktasının tabiriyle “at izi ile it izi”nin birbirine karıştığı zamanları yaşar olduk.
15 Temmuz başarısız darbe girişiminin akabinde örgütlülükleri son yarım asrı bulan (yetmişli yıllardan bugüne) ve toplumun bütün kurumlarına “sızmış” olan darbe tarafgirlerine yönelik geniş, yaygın ve büyük ölçüde haklı yönelimler hakkında çok fazla kelam etmenin anlamı yok. Adı üzerinde Gerçekleşmeyen Darbe Girişimi ve sonuçları…
Öte taraftan “Kürt Sorununun Barışçı ve Demokratik” Yollarla Çözüm Süreci en süt düzeyde yürüyorken ve dahi kamuoyuna da deklere edilmişken! Bugün gelinen noktaya baktığımızda sahiden daha 2002’de henüz “çiçeği burnunda iktidar” iken o denli “özgürlükler” taraftarlığına soyunmuş bir iktidar! Ne oldu da bunca “güvenlik eksenli” bir iktidar olmayı kendine yakışır / yakıştırır oldu…
En az yüzde altmışlarla (ki kimi yerleşkelerde yüzde doksanlar) parlamentoya yüzde onu aşarak vekil yollamış, yine aynı oranlarla yüzden fazla belediye kazanmış bir partinin vekilleri ve belediye başkanları hapsedilmiş! Belediyelerine kayyım atanmış!
Evet devletin kendi kodları üzerinden bir okuma yaptığımızda; mesele “Kürt” ve “Kürt Sorunu” olduğunda amiyane tabiriyle “nasıra basılmış” gibi derinlerde bir yerlerde bu sorunun ilanihaye süredurmasının sanki “işe yarar” bir “devlet aklı” olduğunu düşünenler var gibi…
Ama diğer yandan bu “derin devlet aklı”nın çözemediği bir meselede şu ki; akıl, vicdan, ve dahi barış / özgürlükler korelasyonu çerçevesinde çöz(e)mediğiniz ya da çözmekten imtina ettiğiniz başat sorun, işte size bugünün işsizlik, istihdam, devasa ekonomik daralma bununla birlikte uluslararası alanda ciddi prestij kaybeden ülke olmayı beraberinde getirdi /getiriyor…
Bu gidiş nereye götürür! Cevabı hem var, hem de yok.
Vekillerden tutun belediye başkanlarına, sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinden tutun gazetecilere varıncaya kadar devlet aklı ile aynı düşüncede olmayan, devletin “demokratik akılla” yönetilmesini dillendiren anlayışa mensup olanların bunca baskıya maruz bırakılmasının, bu politikayı bu ülke halkına reva görenlere de bir faydası olmuyor gibi…
Bu baptan hareketle; tez zamanda henüz vakit varken yanlışta ısrar etmemenin, üzerine bunca “titrendiği” her daim dillendirilen ülke için meselesinin altını çizerek…