KURUMSAL OLMANIN ÖNEMİ

Bêjdar Ro Amed

Kurumlar nötürdür, kurumu kurum yapan insanın kendisidir. Kendini kurumsallaştırmayan insan, hiçbir kuruma sahip çıkamaz ve onu yetkin bir hale getiremez. Kurumların dejenere edilmesi, insanın dejenere olmasıyla alakalıdır.

Kurumların Önemi

Kurumların önemi, nasıl bir yapısal içeriye sahip olmasıyla görünür olur. Kurumları işlevsal kılan, insanın kendisidir. Bir kurumu ele aldığımızda, o kurumu, kurumlarda çalışan insanlarla sınırlı tutamaz ve göremeyiz. Böyle bir yaklaşım sıkıntılı ve problemlidir. Bir kurumun yapısallığı tüm insanları bağlar. Kurumu, çalışanlarıyla sınırlı görmek, kendini bu kurumlardan uzaklaştırmak anlamına gelir.

İşin Kolayına Kaçmak

İşin kolayına kaçan, kendini kurumların dışında görerek, kurumlarda çalışan insanları sorumlu tutup, kendini bundan muaf kılan insandır. Basit yaklaşımlar böyle doğar. Basit bir yaklaşım içinde değilsek, oluşan her kurumda kendimizi görür, kendimizi anlar ve kendimizi dinleriz. Kendini, kurumsal bütünlüğün özünde görmeyen insan, kendi kurumunu dışlar ve suçlu üretmeye başlar. Suçlu üretip, şikayet ederek, kurumsal bütünlüğü sağlamak mümkün olmaz. Bu, tüm kurumlar için geçerlidir.

Bir Örnek: Kurumsal İnşanın Önemli Durağı Sayılan Belediyeler

Belediyeler, bir kentin, kendini görünür kılmasında, en önemli yönü ifade eder. Belediyeleri, kendi dışımızda görmeye başladığımızda, onu yalnızlaştırır ve iş yapamaz hale getiririz. Her insan durduğu yeri bilmeye başladığında, kurum çalışanları da kendini bilmeye başlar. Kendini bilmeyen insan, kurumların nasıl bir işlevselliğe sahip olduğunu bilmez ve orada yer alabilmek için uğraşır. Yer alamadığında da yoğun bir telkin ve sitem içinde kalır. Bir kurumda yer almamak, o kurumu dışlamak için neden değildir. Bir kentin üyesi olan her insan, o kente sahip çıkan insandır. Bunun önceliğinde de kendini bilmek ve kurumuna sahip çıkmak vardır. Kurumuna sahip çıkmayan insan, kendine sahip çıkmayan insandır. Kurumu kurum yapan, insanın kendisidir. İnsan bu anlamıyla nerede durmaktadır? Durduğu yer kendini bilme, anlama ve işlevsel hale getirme ise, kurumda bu bütünlük içinde ve bununla donatılmıştır. Hiçbir kurum sadece kendi çalışanlarıyla bütünlük ve kapsayıcılık oluşturamaz. Bütünlük ve kapsayıcılık, o kente yaşayan her insanla olur.

Bölünme ve Dağılma

Bir kurumun bölünüp dağılması, insan yaşamının bölünme ve dağılmasıyla alakalıdır ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkar. Parçalı olan insan, parçalı kurumlar yaratır. Kurumlar insana ve kente hizmet için kurumsallaşmış ise, herkes bunu geliştirmek için hizmet etmeli. Kurum çalışanları da bu eksende kendini yaşamsallaştırmalıdır. Kendi olamamış insan ve kent, kurum ve çalışanlarıyla başarı şansını elde edemez. Başarı, kentin insanı ve özlü yaklaşımları ile ortaya çıkar. Bir kentin özlü insanı olmak, kurumsal çalışmanın temel zeminini ifade eder. Bu zemin üzerinde çalışan her insan kendini buna göre formüle eder ve başarı kazanır.

Şikayet Etmeden

Şikayet etme yönümüzü bir tarafa bırakarak, durdugumuz noktaya bakmak doğru bir yaklaşım olabilir. Her insan, bir diğerinden beklenti içinde olduğunda, sağlıklı bir yaşam, paylaşım ve hizmet doğmaz. Ama her insan, önce kendine bakar ve durduğu yeri görürse, bütünlüklü bir çalışma, kapsayıcı bir hizmet ve güzel bir çalışma doğar. Bunu göz ardı etmeden, her birimiz, kendi üzerimize düşeni yaptığımızda, güzel ve anlamlı bir kent inşa ederiz. Bu, insanın yaşamış olduğu tüm kentler ve coğrafyalar için geçerlidir. Başlamamız gereken yer kendimiz olduğuna göre, bu adımı atmaya başladığımızda, başarının ardı sıra geleceği kesindir. Güzel bir yaşam, özgür bir paylaşım ve duru bir ilişki bununla doğar.

İnisiyatif Sahibi Olmak

Kendisi olan her insan, inisiyatif sahibidir. Bunu engelleyen, yöneten ve bunun için direktif veren her yaklaşım sorunlu ve sakattır. Bir başkasının söylem ve yaklaşımlarıyla inisiyatif almak, başarıyı yok etmek demektir. Bir kurumun özgün halini, en iyi, onunla iç içe olan bilir. Başarının sırrı bunu görmede ve buna alan açmaktadır. Yaratıcılık bu noktadadır. Zorlukları aşmak, engellerle baş etmek ve bunları görüp sıçrama içinde olmakla mümkündür. Zekanın ve başarının sırrı buradadır. Zorluklarla birebir baş etmeyi öğrenmeden ve görmeden sıçrama yapamayız. Mesele, nasıl bir sorunla iç içe olduğumuz değildir, mesele bunları görmek ve bunlarla baş edebilmektir. Bu, en güzel zeka örneği olur. Kolektif bir paylaşımın zemini bu temele dayanır. Bu yapılmadan, dıştan dayatılan her yaklaşım ve istek, faydadan ziyade, yaratıcılığın ve zekanın sönükleşmesine, engellenmesine ve sorunlarla baş etmede kısıtlayıcılığa yol açar. Düngüsel kriz buna denir ve bunu ifade eder. Bu döngüye düşülmediğinde, yaşamsal bütünlük-yaratıcılık sağlanır, başarı ve ilerleme kaydedilir.

Sır

Bütünlüklü ve kapsayıcı olan insan, hesabını veremeyeceği bir işe soyunmaz, bu gerçek bir yaşam anlayışıdır. Bunu kendinde yakalamayan insanın, sağlıklı bir çalışma içinde olması zordur. Her insan, hesabını verebileceği ve kendisiyle barışık bir çalışma içinde olduğunda, kurumsal ve yaşamsal büyüme, zenginleşme ve özgürleşme doğar ve gelişir.

İç ve dış bütünlük

Bir kurumun çalışanları, kendilerini kentte yaşayan insanlardan farklı görmediğinde, kentte yaşayan insanlar ise kendilerini kurumda çalışanlardan uzak tutmayıp düşünmediklerinde iç ve dış bütünlük oluşmuş demektir. Ayrışma ve bölünmenin son bulduğu nokta burasıdır. Bunun için bir perspektif bile gerekmez. Perspektif ve dersler kendini bilmeyen insanın ve kendini bütünde görmeyen yaklaşımın sonucudur. Hiçbir bölünmeye yer vermeden, atılan adım ve tutulan el ile yaşam, özgürlük, kapsayıcılık, neşe ve huzur doğar. Kentin kurumları ile kentte yaşayan insanlar, buluşmanın bu güzel halini sağlamış ise kendine ve kurumlarına sahip çıkar. Sahiplenmenin bu hali aslında tüm doğaya, canlılara, dünyaya ve kendine sahip çıkmaktır.


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.