TİGRİS HABER- Türk siyaseti son günlerde bir kez daha ‘Kürdistan’ı tartışıyor. Kürtlerin yaşadığı yer anlamına gelen "Kürdistan" terimi, tarihi kaynaklara göre resmi olarak ilk kez 1000-1100 tarihlerinde Büyük Selçuklu Sultanı Sancar Bey tarafından kullanıldı. "Kürdistan" coğrafi bir terim olarak Kanuni Sultan Süleyman ve I. Ahmet gibi birçok Osmanlı padişahının fermanlarında da geçiyor. 17. yüzyılın en büyük seyyahlardan Evliya Çelebi, "Seyahatname" adlı eserinde Osmanlı'da Kürtlerin yaşadığı topraklar için bazen "Kürdistan" bazen de "Diyar-ı Kürdistan" tabirini kullanıyor.
Ancak 1925'ten sonra Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bölgelere "Şark", 1950'lerde "Doğu ve Güneydoğu Anadolu", 1960'larda "Kalkınmada Öncelikli Yöreler" ve 1984 ile 2002'ye kadar da "OHAL Bölgesi" ifadeleri kullanıldı.
Erdoğan: Kürdistan bir gerçeklik
2002-2015 döneminde "Kürdistan" ifadesi yaygın bir şekilde kamusal alanda tekrar kullanılmaya başlandı. Defalarca "Kürdistan" ifadesini kullanan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürdistan'ın bir gerçeklik olduğunu ve devletin bundan korkmaması gerektiğini belirtti.
Ama "çözüm süreci"nin bitiminden sonra Kürdistan adını telaffuz etmek adeta tabu haline geldi. Başından beri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Kürdistan" ismine karşı çıktığı bilinen bir gerçek. Çözüm sürecinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kürt sorununu çözdüklerini ve Kürdistan diye bir yerin olmadığını savundu.
Kılıçdaroğlu: Kürdistan lafından rahatsız oluyorum
Türkiye'de Kürdistan ifadesi hep tartışma konusu oldu. Son olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara Elmadağ'da Kürdistan'a ilişkin bir soru üzerine verdiği cevap tartışmayı tekrar gündeme taşıdı. "Kimileri ‘Kürdistan' diyor, rahatsız oluyor musunuz?" sorusunu Kılıçdaroğlu, "Kürdistan lafından ben de rahatsız oluyorum. Ağzımdan hiç bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu?" yanıtını verdi.
Peki, bir kısım siyasiler neden "Kürdistan" ifadesinden rahatsızlık duyuyor?sBu rahatsızlık konjonktürel mi yoksa ideolojik mi?
Kürtler aşağılanıyor
Muş Alparslan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kıran, söz konusu olumsuzluğun Kürtlerin gevşekliğinden kaynaklandığı görüşünde.
Türkiye'nin en az üçte birini oluşturan Kürtlerin bir örgütlerinin olmadığını kaydeden Prof. Dr. Kıran, "Bugün Kürt siyaseti, Kürt coğrafyası ve tarihinin reddiyesi üzerine inşa edilmiş "demokratik cumhuriyetçi" bir ekip tarafından esir alınmıştır. Kürtler aşağılanmayı hak ediyor" dedi.
Dünyanın hiçbir yerinde bir ülke nüfusunun üçte birini oluşturan bir halkın bu denli aşağılanıp hor görülmediğini aktaran Kıran, "Kanımca sorun bizzat Kürtlerden kaynaklanıyor. Kürtler kadim bir millet ama pek çok hususta, modern anlamda bir halk veya ulus olmanın refleksleriyle hareket edemiyor. Onun için aşağılanıyorlar. Dolayısıyla sorunun Kürtlerde olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.
"Kürdistan ifadesi kamusal alanda kullanılıyordu”
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, öncelikle Kürdistan'ın tarihi ve sosyolojik bir gerçeklik olduğunun net bir şekilde ortaya koymak gerektiğini söyledi.
Osmanlı, Türk ve yabancı kaynaklara bakıldığında "Kürdistan gerçekliğinin" açık bir şekilde ortaya konulduğunu kaydeden Coşkun, Osmanlı'dan Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerine kadar Kürdistan ifadesinin kamusal alanda rahatlıkla kullanılabildiğine işaret etti.
Özellikle "çözüm süreci" döneminde Kürdistan teriminin kamusal alanda yaygın bir şekilde kullanıldığını anımsatan Coşkun, "Hatta Erdoğan'ın ‘Türkiye'nin tarihinde Kürdistan ve Lazistan gibi gerçekliklerin bulunduğunu, devletin bundan korkmaması aksine bunu bir zenginlik olarak görmesi gerekir' şeklinde açıklamaları var" ifadelerini kullandı.
Çözüm sürecinin bitmesinden sonraki süreçte Kürt meselesinin yine askeri ve asayiş meselesi olarak kodlandığını, Kürt kimliği ve Kürdistan ifadesine yönelik negatif bir alındığını kaydeden Coşkun, "Bu siyasi atmosferde politikacıların Kürdistan ifadesinden kaçınmasına nede oluyor. Bahçeli'nin ki biraz daha ideolojik bir tutum ve baştan beri biliniyor. Ama daha önce pek çok kez Kürdistan ifadesini kullanan Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun takıldığı tavır tamamen siyasi atmosfer ile ilgili bir durumdur. Yoksa kendileri de Kürdistan'ın bir gerçeklik olduğunu çok net bir şekilde biliyorlar" tespitinde bulundu.
Doğal bir kullanım haline getirilmeli
Söz konusu tutumun toplumsal barışa hizmet etmeyeceğini ve Türkiye'deki siyasi aktörlerin Kürdistan ifadesiyle barışması gerektiğine değinen Coşkun, "İfadenin normalleşmesi gerekir. Bunun coğrafik, sosyolojik ve tarihi bir gerçeklik olduğunu, içselleştirilerek son derece doğal bir kullanım haline getirilmesi gerekir" dedi ve ekledi:
"Onların 'yoktur' veya ‘rahatsızlık duyuyorum' dedikleri Kürdistan ifadesinden Kürtler, vazgeçmez. Aksine Kürtlerde rahatsızlık yaratıyor. Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının bütün Kürtlerde ciddi manada bir rahatsızlığa sebebiyet verdiğini biliyorum. Mesela Kılıçdaroğlu Trakya, Ege ya da Karadeniz'den rahatsız oluyor mu? Elbette rahatsız olmuyor. Bunlar da coğrafik isimler. Ne zaman Kürtler veya Kürdistan söz konusu olduğunda rahatsızlık ifadesi kullanılıyor. Bunun Türkiye'nin Kürt vatandaşlarına ve kimliklerine yönelik ciddi bir haksızlık olduğunu, tüm siyasi aktörlerin Kürdistan'ı inkar eden tavrından vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum."
Ayşe Hür: Kürdistan terimi sadece coğrafik ve tarihi bir adlandırma değil
Tarihçi yazar Ayşe Hür ise Kürdistan teriminin bazılarının iddia ettiği gibi sadece coğrafik ve tarihi bir adlandırma olmadığını görüşünde.
Kürdistan demekle Trakya ya da Karadeniz demek arasında fark olduğunu belirten Hür, "Kürdistan, siyasi bir projeyi, siyasi bir ‘mefkureyi' de ima eden, yüklü bir bagajı olan bir adlandırma. Bu siyasi proje, siyaset bilimi açısından son derece anlaşılır, son derece meşru bir talebi içeriyor. Bu talep evrensel pek çok belgede tanımlanmış olan ‘halkların kendi kaderlerini tayin hakkı (KKTH)' bağlamında Kürtlerin de bu hakkı kullanma talebi. Kendini Türk olarak tanımlayan siyasiler, Kürdistan terimine itiraz ederken aslında bu talebe itiraz ediyorlar" değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'nin siyasi tarihi incelendiğinde kurucu kadrolardan başlayarak tek ve çok parti dönemindeki tüm siyasi aktörlerin ‘tek dil, tek din, tek millet, tek devlet' söylemine bağlı olduğunu dile getiren Hür, "Aktörlerin merkezi ceberut devleti kutsadığını, buna karşılık demokrasi, insan hakları, yerinden yönetim, muhtariyet, özerklik gibi kavramlardan paranoya derecesinde rahatsız olduklarını, bunlar kapıyı birazcık aralarlarsa dahi Türkiye'nin mutlaka bölüneceğini, parçalanacağını düşündüklerini görürsünüz" şeklinde konuştu.
"Ağır bir baskı söz konusu"
Araştırmacı tarihçi yazar Müfid Yüksel, son dönemlerde derin odaklardan ağır bir baskının söz konusu olduğu görüşünde.
Erdoğan'ın "Kürdistan" rahatsızlığının MHP ile olan ittifakı kaynaklı olduğunu aktaran Yüksel, Kılıçdaroğlu'nun ise baskılar nedeniyle böyle bir tutum içerisine girmiş olabileceğini söyledi.
Derin devletin tüm siyasi aktörlere baskı uyguladığını ve bu yapının son 5-6 yılda ulusalcı damarın ön plana çıktığını ifade eden Yüksel, "Bunlar devlete hakim oldular. Etkili olan yapı baskı ve mobing uyguluyor. Bir de CHP'nin içerisinde ‘beyaz Türk' denen omurga değişime direniyor. Bu omurganın aynı zamanda diğer ulusalcı güçlerle ciddi bağı var" yorumunda bulundu.
"Bu dayatma faşizme yol açar"
"Bu omurganın ciddi baskısı var. Kılıçdaroğlu direnmeye çalışıyor, belki onlarla ters düşebiliyor ama belli noktadan sonra direnci kırılıyor ve baskılara maruz kalıyor" diyen Yüksel, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu 2-3 taraflı bir baskıdır. Baskılar nedeniyle siyaseten böyle bir şey demiş olabilir. Kendisinin Zaza kökeni ve Kureyşan dede ocağına mensup olması da işin başka bir yönü. Meselenin nasıl bir hal alacağını zaman gösterecek ancak ciddi manada ulusalcı odaklar Türkiye'de bir hakimiyet teşkil etmişler ve etkilerini daha da genişletiyorlar."
"Kürdistan" ifadesinden rahatsızlık duymanın gerçekçi olmadığını dile getiren Yüksel, amacın korku yaymak olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Daha doğrusu ‘Kürdistan ifadesi kullanılırsa ülke parçalanacak' korkusu yayılmak isteniyor. ‘Osmanlı'da kullanılıyordu ama şimdi kullanamazsınız, şimdiki gerçeklik bambaşka' diyerek yanılsama yapıyorlar. Aslında bu ciddi bir yanılsama. Bu aynı zamanda tarihi bir gerçeklik ve 1925-26'ya kadar kullanılan Kürdistan ismini tedavülden kaldırmak istiyorlar. ‘Tarihi ve coğrafik yer adı olarak da kullanamazsın' deniliyor. ‘Bugünkü konjonktürde tehdit var' tarzında çok ciddi bir dayatma var. Ancak bu dayatma faşizme yol açar."
"Egemen siyasi partiler rahatsız"
Yazar Fuat Önen ise rahatsızlık söylemini çok normal karşıladığını, çünkü Kılıçdaroğlu'nun beyanına şaşıranların devlete şaşı bakanlar olduğunu söyledi.
CHP'nin devletin kurucu partisi olduğunu hatırlatan Önen, Türkiye'nin Kürt halkının ulus ülke hakikatini ortadan kaldırmaya odaklanmış bir devlet olduğunu ileri sürdü.
Kürdistan ve hakikatinin Türkiye Cumhuriyeti projesinin gerçekleşmesinin önündeki tek engel olduğunu savunan Önen, "Bu olduğu için de Türkiye'deki bütün egemen siyasal partiler Kürdistan adını duymaktan rahatsız oluyorlar. Çünkü Kürdistan tarih sahnesine çıkmanın sancılarını yaşıyor. Kürdistan tarih sahnesine çıktığı zaman bu projenin sonu olacaktır. Onların esas rahatsızlıkları Kürdistan hakikatidir. Dolayısıyla benzer siyasal partilerden başka türlü açıklamalar beklemek yanlıştır" diye konuştu.
Yaklaşık son 6 aydır İYİ Parti, MHP, CHP ve AK Parti'nin Kürdistan'ın yokluğu üzerinden gündemini sürdürdüğünü söyleyen Önen, "Oysa Kürt siyasetinin Kürdistan'ın varlığı üzerinden politika dayatmaları gerekirdi. Maalesef bugün bu noktadan uzak bir yerdeyiz. Egemen Kürt siyaseti zaten böyle bir tutumdan uzaktır. Diğer irili ufaklı Kürt partileri de temsil kabiliyetinden yoksunlar. Dolayısıyla görev bize düşüyor. Bizim Kürdistan gerçekliğini dayatıp, Kürdistan gerçekliği üzerinden siyasal gündemi tayin etmemiz gerekiyor" ifadelerine yer verdi. (Kaynak: Independent Türkçe)