Kültürümüz mirasımızdır...

Nesrin Erdoğmuş
Sevgili Okuyucularım Merhaba.
Sizlere günlük hayattan aldığım iki gerçek olaylarla Kadim Kentimiz Diyarbakır şehrinin naçizane dilinin güzelliğini anlatmak istiyorum.
Varın siz düşünün artık. Bu güzel şiveyi kullanıp kullanmamayı.
Behiye teyze sur içi küçe çıkmaz da otururken bizim eskiden beri komşumuzdu.
Eşini çok genç yaşlarda kaybetmişti.
Beş çocuğuna da hem anne hem baba olmuş hepsini okutup iş ev bark sahibi yapmıştı.
Çok becerikli bir kadındı.
Her sabah kalkar Aşefçilere ( Diyarbakır Melikahmet semtinde kadınların sebze meyve sattığı yer) gider tüm evinin masrafını yapar, gelir çocuklarına güzel güzel yemekler hazırlardı.
Sık sık bize gelir oturur, sohbet ederdi.
Bizde onlara gider komşuluğumuzdan her daim memnun kalırdık.
Behiye teyze tam bir Liceli'ydi.
Hem yeri geldiğinde Kürtçe konuşur, yeri geldiğinde de çok güzel Türkçesiyle kendini ifade ederdi.
Gel zaman git zaman, Behiye teyze büyük oğluna İzmir'den kız istedi.
Nişan düğün merasimi derken gelini İzmir'den Diyarbakır' a getirdiler.
Gelini de çok hoş, naif, kibar bir gelindi.
Behiye teyze bir gün evinde kibe mumbar yaparken gelini de yanında oturmuş onu seyrediyordur. Bu arada küçük işleri yapıyordur .Behiye teyze gelinine derki ; kızım git bana mutfak dan o büyük Kuşhanayı al getir .
Gelini de mutfağa gider mutfağı arar tarar ama kuşla ilgili hiç bir şey bulamaz, içeriye kayınvalidesinin yanına gelir.
Anne kuşhanayı bulamadım der.
Bu sefer Behiye teyze kızım git mutfağa dolabın üstündedir, al hemen gel der.
Gelini yine mutfağa gider, dolabın üstüne bakar, kuşla ilgili hiç bir şey bulamaz.
Bu sefer kuşhanayı Diyarbakır'a has özel yemek olan kibe mumbara bırakılan bir nevi değişik bir ot zannederek dolabın üstünde aramaya başlar, yine kuşla ilgili, yemeğe konulabilecek herhangi bir ot olarak da bulamayınca tam bir mahcup halde kayınvalidesinin yanına gelir.
Anne vallahi dolabın üzerinde kuş yok kuşla ilgili hiç bir şey yok der.
Behiye teyze sonuç da çok akıllı bir kadın hemen durumu çakar.
Kızım git dolabın üstündeki tencereyi getir bana der.
Bizim Diyarbakır' da naçizane Türkçemiz de bazı kelimeler çok farklıdır.
Bu şehre hastır.
Bu şehrin insanı bu kelimelerden anlar. Bu şehrin güzelliğini, dilini, örf ve adetini bu şehirle bağlantının yanında yaşayanlar bilir ve sürdürürler.
Yıllar önce Ofis semtinde otururken üst komşumun banyosunun borusu patlamıştı.
Benim banyomun da tüm tavanı su çekmiş nem ve küf olmuştu.
Bu durumu üst komşuma haber verdik. Üst komşumuzun eşi de apar topar bir tesisatçı bulup getirmiş ve kırılan boruyu tamir ettirmişti.
Banyom boru değişilince çimento artıkları, borulardan çıkan kir kum borulardan çıkan bebek bezlerine kadar hep pisliklerle dolmuştu.
Tesisatçı da demek halime acımış mı ne ? Boruyu tamir işini tam yaptıktan sonra abla bana bir faraş getirir misin dedi.
Bende o an faraşı tornavidaya benzer bir alet olduğunu zannederek tornavida, çekiç, çivi bir sürü ıvır zıvırı bıraktığımız kutunun içinde gidip aramıştım.
Tabii ki bir şey bulamıştım.
Banyoya geldim Tesisatçıya Usta bulamadım dedim.
Tesisatçı abla nasıl faraşın yoktur hele bir daha bak dedi.
Ben ustaya bulamadığımı söylesem de inandıramamıştım. Hemen gidip tornavida çekiç çivi gerekli levazımları koyduğumuz kutuyu getirdim.
Usta bak ben bulamadım belki sen bulursun dedim.
Usta bir baktım bıyık altından gülüyor.
"Abla sen bahan carut getir " dedi.
Carut demesiyle ben küreği hemen koşup getirdim.
Üstelik yanımda çocuklarıma bakan bakıcı ablamız da Diyarbakır ' ın şehitlik semtinde oturuyorken o da faraş kelimesinin anlamını bilememişti.
O çıkan çöpleri boruyu yapan usta topladı.
Bende daha sonra bir güzel temizliğimi rahatlıkla yapmıştım.
İşte böyle Dostlarım; bizim Diyarbakır şivesinde küreğe carut da derler faraş da derler. Daha birçok kelime farklı farklı kelimelerle kullanılır. Bazı kelimeler Kürtçe’den Türkçe'ye çevrilerek Diyarbakır şivesinin içinde var olmuştur.
O gün tesisatçı ustamızdan faraş kelimesinin anlamını öğrenmiştim.
Bir Diyarbakırlı olarak ben bile bazı kelimelerin anlamını bilmiyordum.
O gün bugündür Ailemle, samimi Arkadaşlarımla yan yana geldiğim de İstanbul şivesi dediğimiz Türkçeyi asla kullanmamayı seçerim.
Ben Diyarbakırlıysam kültürümü şivemi yaşatmam lazım diye düşünür bu sevdiğim Diyarbakır şivesini mümkün olduğunca sık kullanmaya çalışırım.
Kültürümüz bizim mirasımızdır.
Bizler de bir Diyarbakırlı olarak kültürümüzü yaşatmamız lazım. Tabii ki kültürümüzü yaşatırken topluluklar da kendimizi ifade ederken Türkçeyi düzgün kullanmamız gerekir.
Son günlerde Anadil konusu gündeme gelmişken Kürtçe, Zazaca, Ermenice tüm dillerin gündeme gelmesi dillerin yaşatılması gerekir diye düşünenlerdenim.
Bir dil bir insan.
Hangi dil biliniyorsa o dili
yüreğimizden geldikçe, dilimiz döndükçe, konuşup sürdürmeliyiz.
Sevgilerimle...