‘Dünya basın özgürlüğü’ günü; Kulağa hoş, kuşaktan aşağıya ise boş bir laf gibi geliyor, içinde bulunduğumuz koşulları baz aldığımda.
Öldürülen, dayak atılan, cezaevlerinde tutsak edilen sayısız gazetecinin olduğu bir ülkede, basın özgürlüğü gününü kutlamak zaten mümkün olmadığı gibi, protesto mu etmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü, karışamıyorlar, eyleme dönüşmediğini için düşünceye, düşünme safhasında.
Hala düşünüyorum; çünkü henüz piyasaya yansıyan bir durum söz konusu değil kendi alanında, kendine göre az da olsa ‘özgür’ olduğu için.
Üstelik korona günleri yasaklarına denk gelmesine rağmen!
Bugünlerde düşünce, dört duvar/duvarlar arasında çok ‘özgür’. Zaten de bu kadarlık bir şey; her düşünce kendi alanında, kendi çerçevesinde özgür olacak/olmalı, bu kadar yani. Özgürlük dediğin bu işte, bu kadar.
Yok, ‘ona da izin yok’ deniliyorsa, diyecek fazla da bir şey. Sadece, korkacak bir şey, bir durum yok demek istemiştim. Biz korkmuyoruz, siz de korkmayın, hep birlikte korkusuz, yürekli bireyler, aynı zamanda topluluk olalım.
‘Dünya basın özgürlüğü günü’ kutlu olsun diyebilecek kadar bir nefesimiz hala var ise, kulakla-kuşak arasındaki mesafeye kadar hala bunu kısıtlı alanda kısık bir sesle dillendirebiliyorsak, bence korkmalısınız!
O zaman; Özgürlük, sadece basına değil, toplumun bütün kesimlerine.
Neden bütün kesimlere?
Çünkü kendini özgür hissedenlerde bugünlerde özgür değil.
Ve biz/bizler, onlar için de düşüneceğiz.
Ve işte ondan sonra hep birlikte özgür düşüncelere yelken açacağız.
Mesele; Vicdan-Cüzdan meselesi.
Bu kadar yazı, bu iki kelime içindi! Özgürlük de ikisinin arasında sıkışıp durup!
Naci Sapan