Küçük Prens, gezegene ayak basar basmaz bekçiyi saygıyla selamladı.
‘Günaydın. Fenerini niçin söndürdün?’
‘Yönetmenlik böyle. Günaydın.’
‘Nasıl?’
‘ Yönetmenliğe göre feneri söndürüyorum. İyi akşamlar.’
Feneri yeniden yaktı.
‘Peki, neden yine yaktın?’
‘Yönetmenlik böyle.’
‘’Anlayamıyorum.’’
‘’Anlayacak Bir şey yok ki’’ dedi bekçi
‘’Yönetmelik yönetmeliktir. Günaydın.’’
Fenerini söndürdü
Kırmızı kareli bir mendille alnını sildi, sonra : ‘ lanet bir iş bu benimki ‘ dedi. ‘eskiden akıl ererdi. Sabah söndürür, akşam yakardım. Günün geri kalan saatlerinde dinlenir, gecenin geri kalan saatlerinde uyurdum.’
‘’O zamandan bu yana yönetmenlik değişti mi?’’
‘’Yönetmenlik değişmedi. İşin kötüsü de bu ya. Gezegen her yıl daha hızlı dönmeye başladı, yönetmenlik ise yerinde saydı.’’
‘’sonra ?’’
‘’Şimdi gezegen dakikada bir dönüş yapıyor; dinlenmeye bir saniye bile vaktin kalmıyor. Dakikada bir kez yakıp söndürüyorum.CAN SANAT YAYINLARI-CAN ÇOCUK 2015
Antoine de Saint-Exupéry; KÜÇÜK PRENS’le 20. Yüzyılın başlarında sanki şimdilerde içinden geçtiğimiz dönemi yazmış! Bizim “BEKÇİ MURTAZA”ları ve yaşamın çok gerisinde kalan yasalarımızı, yönetmeliklerimizi yazmış!
Yaşam hızla evriliyor! Bilimsel gelişmeler, sanayi, teknoloji, dijital çağ… Akıllı teknoloji çağında akıldan yoksun bir yapıyla, ‘iman kuvvetiyle’ nereye kadar gidebileceğiz? Gelişmiş ülkeler, organize halinde ve çağın gereklerine göre hızla yasaları da, yönetmelikleri de uyarlıyor! Zaten sanayileşmiş toplumun anayasaları, toplumun gözeneklerine kadar sirayet eder halde. Toplumun önü açık… Örgütlü olmayla, bilimsel perspektif, çağa göre biçimlenmiş özgür kurumlarıyla öngörüleri zaten var. Yeni gelişmelere karşı hazırlıksız yakalanmıyorlar!
Anayasalar, toplumdaki bütün katmanların haklarının dile geldiği yazılı sözleşmelerdir. Biz halen de kanlı 12 Eylül anayasasıyla yönetiliyoruz! Üzerimizde, bize zorla giydirilen 19. yüzyılın deli gömleği var! Yeni gelişmelerse kimin umurunda?
Tarım gitti, hayvancılık öldü, sanayi yetersiz… Üretim sınırlı, sadece ve sadece tüketim… Çevremizde ‘iyi geçindiğimiz’ hiçbir ülke kalmadı, belki dünyada da! Biz daha da bir önceki dönemin alışkanlıklarıyla, korkunç bir israf içinde yaşamayı sürdürüyoruz. Nereye kadar? Bir önceki dönemin atılımıyla yollar, köprüler, havaalanları inşa edildi. Ve özellikle ekonominin lokomotifi olan inşaat sektöründe de bir doygunluğa ulaşıldı. Şimdilerde inşaat sektörü de patinaj yapmaya başladı. Nüfusumuz hızla artıyor ve ekonomimiz de hızla daralıyor. İstihdam, gittikçe büyüyen bir sorun… Toplum, psikolojik olarak da daralmaya başladı. Hiçbir kesim, kendini güvende hissetmiyor. Adaletten umut kesilmiş halde. Düşünce özgürlüğü yok! İnsanların kendini ifade edeceği mecra kalmadı. Sadece ve sadece yaşasın kral! Bu gidişle, kimin lafıydı, elde yönetmeye ahali kalmayacak!
Ötekileştirme, tam hızla devam ediyor. Kurumlar, irtifa kaybediyor! Eğitim, yerlerde sürünüyor! Ne bilim ne kültür ne sanat… Sadece savaş psikolojisi… Sahi, nereye kadar? Toplumsal olarak da paramparça haldeyiz! Ve her toplumsal kesim de ötekine karşı sevgisiz ve önyargılı! İşçi ölümleri, kadın cinayetleri, çocuklara yapılan zalimlikler… Gariban, savunmasız, dilsiz hayvanlar bile kurtulamıyor şiddetten! Yobazlık ve ırkçılık, almış başını gidiyor! Daha dün, Kürdistan Federal Bölgesinden, Trabzon’a turist olarak gelmiş bir kadının atkısındaki Kürdistan yazısını görüp sapıklaşan güruh ve gündüz ortası linç girişimi! Akıl dışı, insanlık dışı… Vahşet mi desem, vandallık mı, barbarlık mı? Bu gidişle linç toplumu olacağız.
Hapishaneler tıklım tıklım ve içler acısı… Suriye’den gelen milyonlarca ‘misafir’ de barındırıyoruz! Suriye’nin üzerine bir de S -400 gerilimi ve şimdilerde bir de Doğu Akdeniz…
Toplumun güveniyle ilk atılımlar; dünyadaki toplu durumun (konjonktür) da elverişli olması, sıcak para girdisi… Avantajlar, kötü tüketildi. Her şey, betona gömüldü. Toplum olarak da betonlaştık. Eskilerin deyimiyle harç bitti, amele paydos! Elde avuçta bir şey kalmadı! Üretime yatırım yapılmadı! Şimdi var olan değerlerimizi bile yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayız! Tarımımız yerlerde sürünüyor! Bir ilimizin boyutları kadar olan bazı ülkelerin devasa tarım rekolteleri, utandırmalı birilerini! Hayvancılık, bitmek üzere. Sanayi toplumu olmayı da başaramamışız. Bilime, kültüre, felsefeye tahammülümüz yok! Çağdaş eğitime de karşıyız! Peki, sahiden ne olacak bu memleketin hali?
Ülkelerin bocaladıkları zamanlar olur! Birçok toplumda görülmüştür. İnsanı kaygılandıran, bu sıkışık durumun ayrımında değilmişiz gibi bir havanın olması. Yeniden silkinecek ve yeni bir ruhla sorunları saptayıp gidermeye çalışacak bir sinerji de yok! Ürkütücü olan da budur!
Yazdıklarım, sadece benim dile getirdiğim gerçekler değil. Birçok kişi, üstelik alanlarında uzman olanların, bu son dönemde çok sık dile getirdikleri gerçekler. Çözüm; toplumsal uzlaşma, barış, haklar ve özgürlükler ve üretim seferberliği… Ah, bu söylediklerimin olacağına bir de inanabilsem… Peki, başka ne olabilir? Bunlar yazdığım için beni de içeri atarlar! Yazan- çizen, yüreği yanan bir avuç insanı da… Ya sonra?
Kendi yazdıklarımdan kendim de daraldım. Ben yapabildiğim şeyi yapacağım. Yazıyı; bir şiirimle havalandırmış, pardon sonlandırmış olayım.
BİR AŞKIN DORUKLARA KOŞAN ÖYKÜSÜ
insan sana/ gezegenimizin ölümsüz şarabını sunuyorum/ enternasyonal olmayan bir müzik eşlik edemez/ bak duyulmaya başladı, olabilir düşlerin orkestrası/ ritmik bir ağıt bu/ bir aşkın doruklara koşan öyküsü/ diskolarda da çalınabilirliği enginliğini gösterir/ maviliğe nasıl da yaraşmış bir kızıllığın övgüsü/ insan sana/ yıllanmış yüreğimi dizeler içinde sunuyorum/ hadi yudumla/ aşkın en yalansızına çağıran bir duyarlık bu/ içtenliğin sevinciyle gözleri taşıran, köpüklü/ enternasyonal olmayan bir müzik eşlik edemezdi/ bak yabanıl notalardan olabilir basamaklar/ korkma çık/ orda doyulmaz bir aşkı bulacaksın/ bak sular yumuşaklığında/ bak sınırsız ve açık yürekli bir dünya/ gözler böyle kamaştığında/ yüz yüze insanların sonsuzluk korosu/ anlatılmaz bir figür bu/ yakışıklı bir erkek ve güzel bir kadın/ öylesine uyumlu, içe işleyen bir motif/ kıvrak bir düzey duyarlılığı/ orda ölümün boynu bükük/ yitirmiş mülkiyetini/ yaşamak unutulmaz bir kardeşlikte özgür...
Ateşin Kehâneti-Memleket yayınları-1989 Ankara
Ruhlar Mahşeri(Toplu Şiirler) J&J Yayınları 2015 Diyarbakır
Toplumsal bir silkinişle kimselerin ötekileştirilemeyeceği bir hayat diliyorum. Özgür, mutlu ve refah içinde günler özlemiyle sevgiler, saygılar…
Not: Ruhları şimdi Kobané’nin semalarında uçuşan “Amara’nın Ölümsüz Çiçekleri”ni saygıyla anıyorum. 33 barış güvercinini unutmadık, unutmayacağız!