Bu hafta benim yazılarımın okuru dostlara en az 25 yıl evvel bir dergide okuduğum ama izini kaybettiğim yazısını yeni bulduğum, 2007’de uzak ve soğuk İsveç’te vefat edip sonra şehrine defnettiğimiz arkadaşım Nedim Dağdeviren’in yazısını konuk etmek istedim. Yitip gitmesin diyerek...
Diyarbekir bu mudur?
“ Hele bırak ellerimi lo
Şimdi başlar Delilo"
Bir başka soluktur Diyarbekir. Basbayağı göksanırsınız tepenizde mavilenivereni oysa. Yeşilin yanında sarı, karanın yanında ak, gecekonduların bitişiğinde dikili dikiliveren apartmanlar, bir çelişkili kent eylemişler burasını..
Ödevi savunmaymış önce, kenti kuşatan surların. Sonraları çirkinle güzeli, eskiyle yeniyi, şalvarla pantalonu, Faytonla taksiyi, emekçiyle patronu, ayırıvermişler birbirlerinden. Tarihsel görevlerini eksiksiz tamamlamaları şöyle dursun, bar-bar bağırıyorlar şimdi. “Biz istemiyoruz, diyorlar, böyle olmak, yıkın bizi, yerle bir edin bizi! Biz istemiyoruz kardeşlerin arasına girmek; onları ayırmak birbirlerinden. Yıkın bizi. Yerle bir edin bizi!…”
Dahageçen yıl bir sürü gecekondu vardı Ofis- İstasyon yolu üzerinde. Hemen yanıbaşlarında yükseli yükseliveren apartmanlara umursamadan duruyorlardı öyle, küçük dumanlı dumanlı.. Baldırları, paçaları apaçık, küçük kondu kızları, bizim liseyi taşlarlardı okul dağıldığında. Taşları hedefe vardı mıydı, doyum olmazdı kürtçe bağrışmalarına…
Yıktılar o konduları şimdi. Kentin güzelliğini bozuyor olmalıydı herhalde, iyice bilmiyorum.
Surlara gelince… Demiştim ya “ bar-bar bağırıyorlar!” diye. Haklılar.. Sen gel de; yolunu bulanın, bir apartman parası denkleştirince, kentin dışına taşınmasına. Beride, gün bulup gün yiyenin, o eski kent içinde, köhneyi köhneyivermesine baş kaldırma bakalım. Yum gözlerini bakalım..
Berlin’in tel örgüsü gibi olmuşlar anlayacağınız.. Yüzyıllar ötesinden koşup gelmişcesine eski yapılar, daracık küçeler, Ermeni kalıntısı kiliseler, bir yoksul halkın yaşamını bezenmiş buncadır. Sonra evler, yine evler ve yine evler…
Kabına sığmamış kent. Varlıklılar gidip apartman dikmişler surların dışına. Üçlemişler, beşlemişler apartmanlar. Kendiliğinden bir kent oluşmuş derken surların dışında. Adına Yenişehir demişler..
Yenişehir’in bebekleri bir nazlı büyümüşler sormayın. Küçük karyolaları olmuş. Sokağa çıkarlarken “ Kirletmeyin üstünüzü!” demiş anaları. “ Pis çocuklarla oynamayın!” Mektep medrese görmüşler, kitap karıştırmışlar; bilmişler her bir şeyleri…
Ötekiler, surun içindekiler yani. Çakmaklara benzin satar olmuşlar küçük rakı şişelerinde. Ellerindeki Arap basımlı kaçak sigaralarla tutmuşlar cadde başlarını; şoför yamağı olmuşlar ilkin. Jilet zoruyla çıkmaya başlayınca sakalları, kunduranın ökçesini kırıp faytoncu olmuş kimi; atın, eşeğin koşması gereken arabaya özünü koşmuş; eli yatanlar tamircilik bellemişler; şoför olmuşlar. Yasa dışı adam olmuş arada kalanlar da.. Vurulmalı, vurmalı, hapis yatmışlar. Dağa çıkmışlar..
Surlar, hep aynı nakaratla bağırıyorlar gene. Biz yenişehirdeyiz. Az az tırmalanıyor kulağımız. Mardinkapı’yı, Alipaşa’yı, Hançepek’i, Mahleyi Qotıkanı bilmiyoruz çoğumuz.
Gene de selam size, Mardinkapı’dan, Alipaşa’dan, Hançepek’ten, Mahleyi Qotıkan’dan ve Yenişehir’den...
Nedim Dağdeviren