KLAVYE KATİLİ

Aziz ERİM

Güzel yazılar, şiirler okuduğumda gökkuşağı açıyor içimde çoğu zaman, ama nasıl davranacağımı bilemiyorum, ama böyle işte!

Benim sunabileceğim ve katkıda bulanacağım hiçbir yazım ve şiirim yok, bir tatlı sohbetim var sadece...

Özellikle bunu bilmenizi isterim, bir eseri okuyunca yazarını görür gibiyim…

Açıkçası ruhumu yaralı bir hayvan gibi kaçırıyorum o anlarda...

Zemheri görmüş birisi olarak ciddiye alıyorum ve böyle görüyorum…

Çünkü değerlidir o an edip; duygulara tercüman olur, derman olur, sevgiliye gül olur, öpüş, dokunuş olur…

Yani bir iki kıskanılıp tüketilecek birisi değildir, edip…

Geceyi ters yüz etmeyene şair denmezmiş, öğrendim?

Mekanikleşiyoruz daha tuhafı da, bu işaretleme diline de öyle alıştık ki; çokta seçmeli hayat yaşıyoruz…

Beğendiğimizi sadece işaretleyerek belirtmek çok tuhaf…

Beğen, paylaş, yorum yap, klavye katili…

Benden daktilocu olmaz şiirlerine dalmışım, sözler canlı gibi…

Mekanikleştiğimiz karşımızdakini bile doyurabiliyor…

Lakin hissederek okuduklarımız fazladır. Göstermenin tek yolunu seçmiyoruz çoğu zaman, yorumluyoruz, kimi zaman kaçak güreşip teşekkürle geçiştiriyoruz, ya da sessizce paylaşıyoruz…

/(ç)alıyoruz sosyal hırsızlık yapıyoruz…

Bazen de çırpıyoruz…/

Bazen de güzelin hırsızı misali; kaçırıp kendi evimize taşıyoruz adına da (ç)almak diyoruz ya; artık (ç)aldım demeyeceğim.

Bu benim olsun diyeceğim içimden…

Kendimden bir parça görecek olsam da onlar herkesin olmalı, çünkü şairin- yazarın elinde güzelleşiyor tümceler, renkleniyor…

Tek başına güzel tümce olmaz ki; şairin, edibin divitinde her harf, her kelime, her tümce güzelleşiyor…

Nasıl geç(m)iyor günlerin, sırtında bir yük geçmek bilmiyorsa, hata takviminde, zamanında, zamandan çalıyorsun…

-Nerede kaldı o takvim yaprağı, anlat hele!

-Hani herkes boncuktan kuş yapamaz ya; herkes de söyleyemez işte o misal, sen söyleyebiliyorsun oysa dizi- dizi geçiyor harfler torna tezgâhından...

İltifatkâr, davetkâr, sitemkâr, hepsi bir arada olabilir mi deseler olmaz diyeni sana getiririm koşa- koşa?

Kırılanı bitiştirme, tamir etme refleksinin bir benzeri bende var-dı.

Maharetli bir el gibi, okşar gibi, yamar gibi, bir eder gibi...

Unuttum aynını yazamam.

Ama hissettiklerimi unutmam.

Bana hissettirdiğini hatırlıyorum.

Basmakalıplar aklımda kalmıyor benim, hayatı ezber edemiyorum

okudukça kare- kare düşüyor gözümün önünden resimler halinde...

O an resmeyliyorum…

Hiç unutmuyorum biliyor musun şiirdeki sesi, vurguyu, nasıl unuturum ki; her vurgu yüreği deşip geçiyor?

Zelzenin rihter ölçeği şiddetinde…

Kim olursan ol, kim olursa olsun, şairi hissederim; o an ki ruh durumunu, duygusunu, yetisini…

Çünkü seçmeli hayat yaşıyoruz…

İyi

Kötü

Vasat

His ve duygu, anlatılmaz ki…

Anlatılsa da benim kitabımın sayfaları yetmez, yetişmez…

Ve hayatın sıkıcı diğer yanları ile insanın kendisiyle didişmesi rutindir…

Ama benim didişmelerim gerilla savaşı halinde kartopunu keşfeden minik bir kedicik...

Ve o kedicik bir gün çığ yapmayı öğrenir, bu çok hoşuna gider eminim.

Sana methiyelerle gelmek isterim...

-Belki bir gün bir saçakta buluşuruz, kim bilir, üşür bir halde, düş gibi…

-Düşüm zaten; bir kuşun kanadının altından süzülen beyaz tüyüm, gerçek olamayacak kadar, sevmeyi de bilirim.

Kalbi tüm mağluplar gibi…

Dilim lâl, gözümü gözüne getirir susarım.

Şimdi kalksam, yollara düşsem, şiirsel kokunun ardından, her yeri adım- adım seni bulma ümidiyle dolaşsam...

Ve bir köyün ufak bir evinde bulsam izini...

Gülüşün yansısa o evden dışarı...

Ve sen beni gördüğüne sevinsen...

Bir sevinsen; şiirler okusan hayata dair, sevdaya, aşka dair ve takımyıldızların kuyruğuna takılıp kalsak, âlemi seyreylesek…

Harf mitinglerini izlesek, çengel eylemleri, ünlem ajitasyonları ve dillerinin altında jilet taşıyan travestileri, psikopatları…

Ve tüm diller kesilse lisansız kalsa, kirletilmiş gezegenler…

Lâl dilimle tüm gülüşleri emzirtirim…

Emeklerimi yaşatırım dilsiz ve lâl

Hayata yeni bir parantez açarım, ses çalıp ünlemlere takılırım

Eksileri soğuğa gömerim, artıları mahsul olarak kazanırım…

Ezberleri bozup çarpı atıp, virgül gibi eğilenleri defederim…

İçimdeki akrepleri noktalarım…

Zor denklem eşitlerim, eşiti sen, eşiti su…

-Bak şehrin havası değişti her yer karardı bulutlar düze indi görüyor musun?

Sessizliğe büründü an(a)kara

Düşler küskün, üşüyor sokaklar…

Çığlıklar suspus sadece yağmurun hıçkırıkları duyuluyor…

Öyle deme yağmur damlalarında hayat vardır…

Hisset o damlalardaki duyguyu, ruhu…

İncitme, üzme, kırma, kahretme yağmuru…

İncitirsen, gözpınarları kurur yağmaz, kuraklık baş gösterir…

Üzersen, sağanak yağar…

Kırarsan, dolu olur düşer…

Kahredersen, rahmet damlaları azaba dönüşür sel olur kentleri yolları yıkar…

Yağmuru sev dinince toprağın kokusunu götürmez…

-Bu tatlı sohbeti alıp gitmem gerekiyor.

Gitmeliyim; gideceğim anaç bir tavuğa dönüşmem lazım…

Hep ayrı gidecek yolum

Lakin ilişirim

Bakarsın bir saçakta yine buluşuruz.

İncittim mi?

Özürüm var mıdır?

Bilmiyorum lakin buruk bir kalp veriyorum…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.