Ülkenin her köşesinde bombalar patlıyor/patlatılıyor.
Kim yâda kimler gerçekleştiriyor?
Bunun hiç önemi yok.
Önemli olan, bunların terör saldırısı olması.
Türkiye’nin coğrafya olarak, maddi manevi anlamda terör sarmalı ile buluşturulmuş olmasıdır.
IŞID-PKK yâda başkaları.
Dost yok, düşman çok.
Dost olanlarda düşman hale getirildi.
Türkiye kimden darbe yediğini bilmiyor.
Suruç, Gar, İstanbul Sultanahmet, Genelkurmay, Diyarbakır, Ankara Kızılay, İstiklal caddesi, İstanbul Vezneciler, son olarak Midyat’taki bombalı terör saldırıları, toplumda gereken etkiyi yarattı.
Amaçlanan da buydu zaten.
300 civarında yitirilen canlar, 1000 civarında yaralı.
Doğu ve Güneydoğudaki ölümler ve yaralanmaları bu rakamların içinde değil.
Binlerce ev yakıldı, yıkıldı, binlerle ifade edilecek ölü ve yaralı var.
Tablo ürkütücü ve kabul edilebilir değil.
Ülkeyi yönetenler, olması gereken buymuş gibi davranış sergiliyor.
Terörü ve terör saldırılarını bize, yurttaşa şikâyet ediyorlar.
‘Acizler şikâyet eder’ diye bir laf vardır, bunlarda bu acziyet içinde. Sanki olanlar kendilerinin dışında, kendilerinin sebep olduğu yanlış iç ve dış politikalar yüzünden bunlar olmamış gibi davranıyorlar.
Ülke topyekûn terörün potansiyel hedefi konumuna geldi.
Patlayan bombalardan herkesin potansiyel hedefin içinde olduğunu görüyoruz.
Bütün bu olanları, Suriye’deki, Ortadoğu’daki gelişmelerden ve uygulanan yanlış politikalardan ayrı düşünmemiz mümkün değil.
‘Mücadelemiz kıyamete kadar devam edecek’ diyor Cumhurbaşkanı. Bu çözümcü bir yaklaşım değil, tahrik edici, yeni patlamaları, çatışmaların daha da şiddetlenmesini körükleyen bir yaklaşım.
Bilimsel hiçbir açıklaması olmayan, ancak kıyamete kadar sürmesi öngörülen bir mücadele biçiminin kabulünün topluma dayatılmış olmasını siyaseten çözümsüzlüğün dayatması olarak görmek ve algılamak gerekiyor.