Diyarbakır gerek tarihsel konumu gerekse politik konumu sebebiyle hikayelerin bitmediği bir şehirdir. Şehir ve insanı baz aldığımızda şehrini yansıtan tipik insan modelinin başlıcaları yine bu şehirden çıkmaktadır.
İki yakaya ayrılan şehrin doğu yakası varoş yaşam için uygun koşulları sağlarken batı yakası ise alım gücüne bağlı olarak biraz daha elitist bir yaşam biçimini benimsemektedir.
Şehir her ne kadar alım gücüne dayalı farklı sosyo-ekonomik toplulukları farklı iki yana savursa da sosyo-kültürel anlamda çok da bir ayrışmanın olmadığı dikkat çekicidir. Özellikle de erkek egemen zihniyetin baskın olduğu bu kentte gençler arasında oldukça revaçta olan bir “Kırık Kültürü” mevcuttur. İzlenimlerime göre ergenliğe girişte hafif bir isyan girişimiyle inisiye kabul eden bu kültür, gençlerin yüzde yirmisini tamamen etkisi altına alarak gelecekteki nezaketten uzak bireylerin kaotik evrimine katkıda bulunmaktadır. Diğer yüzdelik kesim ise akıl ile mantığın dayattığı sorgulama, araştırma ve kendini geliştirme güdüleriyle bu kültüre çok maruz kalmadan normal yaşam koşullarına dönebilmektedirler.
Her ne olursa olsun sokağa yabancı olmayan her Diyarbakır çocuğunun yaşama kültürel anlamda adım attığı ilk evre “Kırık Kültürü”dür. Havasından mıdır bilinmez ama bu kültür, ilk zamanlarda fırtınalar estirir bireyde. Kimi kişiler tarafından varoşluğu temsil ettiği düşünülse de aslında durum pek öyle değildir. Bu kültür yersiz bir başkaldırıyı temsil etmektedir. Bu kültürde bir şekilde toplum ile bağı koparma, topluma sırt dönme ve arabesk moda girme cezbedici unsurlar olarak öne çıkıyor. Biraz ötesinde egolar beslenip çatışıyor. Ağız-burun eğerek konuşmalar, yürüyüşteki değişik kareografiler, herkese düşmanca yaklaşımlar, bu şehrin sahibi benim edaları ve çoğunlukla saygısız tavırlar.
Bu kültürün bireye sınırsız bir özgürlük verdiğini düşünen çakma eşofman müritlerinin, bu kentten çıkan; Cahit Sıtkı'dan, Ahmet Arif'ten, Sezai Karakoç'tan ve günümüz ustalarından olan Yılmaz Odabaşı'ndan haberleri dahi yok.
Bu güruha sempati duyanlar da yok değil. Ama adam yaralama mı, gasp mı, hırsızlık mı, uyuşturucu mu? Ne dersen var bu güruhta. Bu güruhun kendine bir kere saygısı yok. Minibüs babasının tarlasıymış gibi yayılarak oturup kadın-erkek, genç-yaşlı demeden telefondan küfürleşerek konuşan kişi bu güruhun özeti. Yoldan geçen kadını rahatsız eden, Bağlar kertenkelesi gibi kamu malına zarar veren, hatta parklara yapılan bank ve gece aydınlatma projektörlerini kırıp bundan keyif alan yine bu güruh.
Son dönemlerde bu güruhun artarak çoğalmasının eğitimsizlikten kaynaklandığını düşünmekteyim. Bize düşen görev bu gibi insanları topluma kazandırmak ve bu kültürün toplumumuza zarar verdiğini gözler önüne sermektir. Diyarbakır'ın sahibiymiş gibi yürüyerek Diyarbakır'a sahip çıkılmaz. Kendine sahip çıkamayan bir insan Diyarbakır'a ne kadar sahip çıkabilir ki? Gidip "bir adam var onu dövelim" desem palayla gelirler. Ama Kırklar Dağı'na fidan dikelim desem "Brem ne boş işlerle uğraşisan" deyip ayıplarlar...
Yalan mı?
Tarık Aziz