Türkiye mi Suriye’ye, Suriye mi Türkiye’ye girmiştir?
Türkiye-Suriye ilişkilerinin, günlük yaşantımıza etkilerini anlamak için, bu ilişkilere farklı bir açıdan bakmakta fayda vardır!
İç İşleri Bakanlığı’nın kamuoyu ile paylaştığı bilgilere göre, Ülkemizde, kaçak ve oturma izni olanların dışında, sadece geçici koruma statüsünde, 3 milyon 112 bin 683 Suriye vatandaşı var.
Bu miktar, nüfusu iki yüz bin ve altında olan 16 ilimizin toplam nüfusundan daha fazladır.
Yoğunlukla Gaziantep, Şanlıurfa gibi metropol illerimizde yerleşmiş olan Suriye vatandaşlarının, İstanbul’dan Hakkari’ye, Kilis’ten Artvin’e kadar, bir çok ilimize dağıldıklarını söylemek te mümkündür.
Bu vatandaşlara, 2011 yılından bu yana başta barınma, güvenlik, sağlık, eğitim vb. olmak üzere, ülkemiz vatandaşlarının kısmen de ücretli olarak faydalandığı hizmetler, ücretsiz verilmekte ve ayrıca Sosyal Uyum Yardımı Programı(SUY) çerçevesinde, nakdi olarak, aile ve çocuk yardımları da yapılmaktadır.
Suriye yönetiminin umurunda olmayan, ülkelerini terk etmiş Suriye vatandaşları için harcanan ve milyar dolarlara varan bu hizmetler, milli bütçeden ve dolayısı ile vatandaşlarımızın verdiği vergilerden karşılanmaktadır.
Suriye vatandaşlarının, vatandaşımıza ortak olduğu Milli Bütçe’deki harcamaların, asgari ücretten, memur ve emekli maaşlarına kadar, ücretleri etkilediğini söylemeye gerek var mıdır?
Türkiye, üç milyonun üzerindeki Suriye vatandaşına bu hizmetleri verirken, onlardan da inşaat, tarım, ev işçiliği, tekstil vb. alanlarda ucuz işçi, ya da modern köle olarak faydalandığından, bu alanlarda çalışması gereken kendi vatandaşlarımız işsiz kalmaktadır.
Türkiye topraklarında yaşayanların dışında, bir de sınır ötemizde beslediklerimiz var ki onlar da burunlarından kıl aldırmazlar.
Sınır ötesi beslemelerimiz, Kayseri’de bir çocuğa cinsel taciz dolayısı ile çıkan infiale tepki olarak, Suriye topraklarındaki kamu kurumlarımıza, TIR’larımıza ve resmi görevlilerimize, silahlarlarıyla saldırıp zarar verdi ve hatta Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR)’un haberine göre, 8 kişinin ölümü ile 20 kişinin yaralanmalarına sebep oldular.
Sayın Cumhurbaşkanımızın bir konuşmasında “Suriye’nin Kuvayi Milliyesi” veya mevcut adı ile Suriye Milli Ordusu (SMO) denen ve bilinen miktarı ile 120 bin kişi civarında olduğu ifade edilen, sınır ötesi bu silahlı güçlere, Milli Bütçeden ne kadar harcamanın yapıldığını, vatandaş bilmiyor olsa da, devletin yetkili kişileri bilmektedir.
Suriye’de SMO’nun dışında, özellikle İdlip gibi, Türkiye’nin idaresi dışında ve fakat kontrolü altında tutulan, binlerce silahlı grup mensuplarına, yardım verilip verilmediği, veriliyorsa da hangi miktarlarda olduğu, yine yetkili kişilerin bilgisi dâhilindedir.
Kayseri’deki olay sonrası ve daha önceki örneklerinden de bilindiği üzere, Suriye’de, Türkiye’nin idaresi ve kontrolü altındaki silahlı gruplar, pimi çekilmiş el bombası gibidir.
Bu silahlı gruplar, menfaatlerine her kim dokunursa, onlara patlamakta ve gelecekte de patlayacakları açıktır.
Son zamanlarda, devlet yöneticilerimizin beyanlarından anladığımız kadarı ile yukarıda değindiğimiz, geçici koruma statüsündeki Suriye vatandaşları ile sınır ötesi silahlı beslemelerimizin, ekonomik, sosyal ve siyasi yükleri artık kaldırılamayacak ağırlıktadır ve mevcut durumun da ilelebet sürmesi mümkün değildir.
Bunun içindir ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın deyimi ile “katil Esed” söyleminden, “Dostum Esad” söylemine geçilmiş, Suriye Devlet Başkanı’na iktidarı ve muhalefeti ile dostluk ve barış eli uzatılarak, birlikte fotoğraf çekme yarışına girişilmiştir.
Hatta CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel, Ön almak amacıyla, Temmuz ayı içerisinde Sayın Esad ile Şam’da görüşeceğine dair, iddialı bir beyanda bulunmuştur.
İç çatışma döneminde, başta Kürtler olmak üzere, kendisine silah çekmeyenlerle uzlaşma işaretleri veren, Suriye Devlet Başkanı, başlangıçta Türkiye’nin uzattığı eli geri çevirse de, Rusya’nın araya girmesi ile şartlı şurtlu görüşme yapılabileceğine ilişkin çizgiye gelmiştir.
Suriye ile anlaşılsa bile; güvenlik endişesi, Suriye ve Türkiye’deki mallarının akıbeti, Suriye’de ekmekten şekere kadar yaşanan yokluk, bir kilo etin bir memurun maaşının yarısı kadar olduğu pahalılıktaki ülkeye, Suriye vatandaşları, Türkiye’deki ekmek elden su gölden yaşama rahatlığını bırakıp dönerler mi?
Suriye ile anlaşılsa bile; sayıları yüz binin üzerinde olduğu bilinen, bulundukları yerde, astığı astık, kestiği kestik, ekmek elden su gölden, gayrı meşru yollarla servet edinen ve ağalar misali yaşayan sınır ötesi silahlı beslemelerimiz, ellerinde tuttukları imkânlardan vazgeçecekler mi?
1991 yılında, Amerika ile Irak’a girelim, Musul ve Kerkük’ü alalım diyen, zamanın Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal’a, zamanın Genel Kurmay Başkanı merhum Necip Torumtay karşı çıkmış ve tepki olarak görevinden istifa etmiş, Türkiye Irak’a girmemiştir.
2003 yılında, ABD askerlerinin Türkiye topraklarından Irak’a girmesine ilişkin Ak Parti Hükümeti’nin tezkeresine, çoğunluğu AK Parti’de olan TBMM hayır demiş ve ABD Türkiye’deki askerlerini geri çekerek kuzeyinden Irak’a girememiştir.
Irak’la ilgili, 1991 ve 2003 yılındaki olaylarda devlet, devlet aklı ile hareket etmiş ve ondan dolayıdır ki bu gün Irak’la Suriye benzeri sorunlar yaşanmıyor ve hatta bölgemizdeki en büyük ekonomik ortaklardan biri statüsündeyiz.
Suriye meselesinde ise devlet aklı devre dışı bırakılarak, birey aklı ile hareket edilmiş, Şam Camisi’nde namaz kılacağız hedefi ile çıkılan yolda, hedef tutturulamamış ve Suriye’ye girelim derken, Suriye’nin Ülkemize vatandaşları ile girişine sebep olunmuştur.
Bu girişin bize maliyetinin, ekonomide çöküntü, dış siyasette bağımlılık ve günlük yaşama huzursuzluk olarak yansıdığı açıktır.
Bu girişin, ülkemiz ve insanımızın geleceğine nasıl yansıyacağını da zaman gösterecektir.
Onun içindir ki, Suriye politikasında; Fırat’ın doğusundaki özerk yönetime düşmanlığını göster, benim himaye ettiğim güçleri yönetime ortak et, sığınmacılar geri dönsün, şehirleri birlikte inşa edelim, müteahhitlerim para kazansın dayatmalarından vazgeçilmelidir.
Suriye politikasını, devlet aklı ile yeniden değerlendirip, “Yurtta sulh, Komşuda sulh” deyip, zararın neresinden dönülürse kardır!
Yanlışlarda ısrar edilirse de, bir Diyarbakır tabiriyle, “Allah sonumuzu hayır eylesin” diyelim.