Bir Amerikan şirketi olan Pan Am’a ait yolcu uçağı, Londra’dan havalanıp New York’a gidecekken, içine konan bombanın patlaması sonucu düşmüş ve 270 kişi yaşamını yitirmişti.
1988 yılında, İskoçya’nın Lockerbie şehri üzerinde gerçekleşen olay, tarihe Lockerbie faciası olarak geçti.
Olay sonrasında İngiltere, uçağa bombayı koyanlarla ilgili, iki Libyalı subayı ve o dönemde Libya’nın Lideri olan Muammer Kaddafi’yi suçladı.
Libya bu suçlamaları önce kabul etmedi ama daha sonra, böyle bir olayın aydınlatılması için kısa denecek bir zamanda, Libyalı iki istihbarat subayının olayın failleri olduğunu kabul etti ve ölen 270 kişinin ailelerinin her birine 10’ar milyon dolardan olmak üzere, toplamda 2,7 milyar dolar tazminat ödedi. Ayrıca olayın faili olan iki Libyalı istihbarat subayını da yargılanmak üzere Hollanda Uluslar arası mahkemesine teslim etti, iki subay suçlu bulunarak hapis cezası aldı.
Soru: İngiltere, iki Libyalı subayın, yolcu uçağına düzenlenen bombalı saldırının failleri olduğunu, kısa zamanda nasıl tespit etti?
Cevap: İran sayesinde!
Nasıl mı?
İran Dış işleri Bakanlığı, 1980’li yıllarda, kendisine bağlı birimler ile iki yüze yakın ülkelerdeki elçilikleri arasında, diplomatlarının gizli haberleşmelerde kullanabileceği, kriptografik (şifreli) haberleşme cihazlarına ihtiyaç duymuştur.
Cihazların temini için tarafsızlığı ve güvenirliğinden emin olduğu bir İsviçre firmasına sipariş verir. Ama İran’ın bilmediği, İsviçre firmasının bir Alman ortağı olduğu, Alman ortağın da Yahudi asıllı bir Amerikalı ortağının olduğu.
Dolaylı olarak İsviçre firmasına ortak olan Yahudi asıllı Amerikalı vasıtası ile İran Dışişleri Bakanlığı için üretilen kriptografik haberleşme cihazlarına, İsrail istihbaratının, İranlı diplomatları dinleyebileceği bir parça yerleştirilir.
Amerika ve İsrail istihbarat birimlerinin dinleyebildiği ve fakat İran’ın bunu bilmediği kriptografik cihazlar, İsviçre firması tarafından İran Dışişleri Bakanlığı’na teslim edilir.
İranlı diplomatlar, İsviçre’den alınan cihazları, diğer ülkelerdeki elçilikleri dâhil bütün dışişleri birimlerinde, kimsenin kendilerini dinleyemediğini düşünerek, güvenli olduklarından emin(!) bir şekilde, biri birleri ile haberleşmede kullanırlar.
Libyalı iki istihbarat subayı, İngiltere’den havalanacak Pan Am yolcu uçağına bomba koyma planını yaparken, Libya ve İngiltere’deki kendilerine dost İran Elçiliklerinin kriptografik haberleşme sistemini kullanmıştır.
Pan Am yolcu uçağı, içine Libyalı istihbarat subayları tarafından yerleştirilen bomba patlayıp düştükten sonra, İngiltere, İran elçiliklerini dinleyen Amerika veya İsrail istihbaratından, olayın faillerinin Libyalı subaylar olduğu bilgisini alır.
İngiltere aldığı bu bilgi ile Libyalı istihbarat subaylarını suçlar ve onların ceza almaları ile ölen kişilerin ailelerinin tazminat almalarını sağlar.
Günümüze gelelim.
Lübnan’daki İran bağlantılı Hizbullah, kendi elemanları ile haberleşmek için cep telefonlarının güvensiz olduğunu düşünerek, güvendiği bir Tayvanlı şirkete binlerce çağrı cihazı ve bir Japon şirkete de telsiz siparişi verdi.
Uluslar arası ve özellikle Amerikan medyasından öğrenildiği kadarı ile çağrı cihazı ve telsiz siparişi verilen şirketlere İsrail istihbaratı sızmıştır.
İsrail, Hizbullah’ın sipariş ettiği cihazlara patlayıcı yerleştirmiş ve bu sayede oturdukları yerden, Lübnan’daki Hizbullah militanlarının ellerindeki çağrı cihazları ile telsizleri patlatmış, onlarca militan ve sivil vatandaşların ölümü ile binlercesinin yaralanmasına sebep olacak saldırıyı gerçekleştirmiştir.
1988 yılında Libyalı iki istihbarat subayının düşürdüğü Amerikan yolcu uçağı olayı ile Lübnan’da İsrail’in patlattığı çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılması olayı biri birine ne kadar çok benziyor değil mi?
Otuz altı yıl arayla gerçekleşen ve bir birinin tıpatıp benzeri olan iki olayın da kahramanları İran ve İsrail olup, her iki olayda da teknoloji, maalesef insanlık dışı amaçlarla kullanılmıştır.
Bu iki olay ile dünyanın muhtelif ülkelerinde gerçekleşen ve kamuoyuna yansıyan veya yansımayan benzeri binlerce olayın bize öğrettiği en önemli husus, teknolojik cihazların hiçbir zaman güvenilir olmadığıdır.
Üretilen her teknolojinin, üreten veya dost oldukları İsrail gibi kötü niyetli ülkeler tarafından, olağanüstü durumlar veya savaş zamanlarında, amacı dışında kullanılmak üzere, mutlaka ikinci bir kullanım Kılavuzu vardır!
Uzmanlar, günümüzde küçüğünden büyüğüne, iş adamından çobanına, dünyanın en doğusundan en batısına, en güneyinden en kuzeyine kadar bütün insanların kullandığı cep telefonlarının, savaş veya terör amaçlı patlatılmasının mümkün olmadığını ifade ediyorlar.
Ama dijital teknoloji ile çalışan telefonlar, arabalar, bilgisayarlar, asansörler, elektrik ve su kaynakları ile günümüz yaşantısının vazgeçilmez unsuru olmuş benzeri cihaz ve sistemleri, uzaktan çalışamaz duruma getirerek, teknoloji esiri olmuş günümüz insanını, çok kısa zamanda taş devrine döndürmek mümkündür!
Bunun yanında; yaşantımızda riskler yaratması ve bizden bir şeyler alıp götürüyor olsa da, yaşantımızın ana unsuru olmuş teknolojinin, bize güzel imkânlar yarattığı da gerçektir.
Görüntülü cep telefonları çıkıncaya kadar, telefon kullanma şansına sahip olmayan işitme-konuşma engellilerin, görüntülü cep telefonlarını kullanarak, işaret dilinde konuşup anlaşmalarına şahit olduğumda çok mutlu olmuştum.
Teknolojiye ilişkin, her dalda bilim adamının üzerinde uzlaştığı konu; kullanabildiğimiz sürece teknoloji iyidir ama teknoloji bizi kullanıyorsa, işte o zaman uyuşturucu bağımlısı gibi teknoloji bağımlısı olunur ki bu da çok kötüdür!
Şimdi kendimize asrın sorusunu sormaya ne dersiniz?
Sizin yaşantınızda kim kimi kullanıyor?