İnsan teki nasıl eskiyen giysisini vakti zamanı geldiğinde, epridiğinde, yıprandığında yenilemeye, değiştirmeye ihtiyaç duyarsa! Yaşayan, gelişen, hatta hızla büyüyen canlı organizmalar olarak kentler de aynı ihtiyacı duyar.
Patlayacakmış gibi, şişkin kaba, salkım saçak duran, hatta dökülen binaların “miadı dolmuş” olmasından kaynaklı yıkılıp da yerine tez zamanda yeni yapıların kondurulması bundandır.
Bu sebeple kentin vitrini diye tabir edilen sokakların, caddelerin, bulvarların, refüjlerin, parkların albenili görünür kılınması gayretiyle kent mobilyaları diye tabir edeceğimiz mevsimlik çiçeklerle, yaprak dökmeyen her daim yeşil ağaçlarla, oturma bankları hatta estetik heykellerle dizayn edilmesi kentte toplu yaşam kaygısının bir başka örneğidir.
Bu baptan hareketle 2015 yılından bu yana neredeyse bir buçuk yıldır ağır bir travmalı hâli yaşayan Diyarbakır’ın takdir edilmeli ki kendini hızla onarmaya şiddetle ihtiyacı var.
Büyükşehir Belediyesi bu sebeple bir süredir bu ihtiyaçtan kaynaklı olarak onarıcı bir hizmet süreci sürdürüyor. Asfaltlama çalışmaları göz dolduruyor. Parklar yenilenerek elden geçirilip yeniden görücüye çıkıyor. Dağkapıdan başlayıp Seyrantepe’ye kadar devam eden Elazığ Caddesi işte şimdi bir şehre giriliyor olmanın ferah görüntüsünü veriyor.
Elbette bütün bunlar belediyecilik adına çok takdire şayan işler.
Daha önce de yazdım. Anıt Park’ın, Koşuyolu parkının yeniden düzenlenmesi çok gönendirici işler oldu. Elazığ Caddesinin hem genişletilmesi hem de yürüyüş ve bisiklet yolları ile donanımı ciddi bir yetersizliğin ve eksikliğin aşılmasına vesile oldu. Halk arasında 75 metrelik yol olarak telaffuz edilen Mahabad Bulvarı modern yapıları geniş caddeleri ile batıdaki standardı olan benzer şehirleri elbette aratmıyor.
Bütün bunlara amenna, çok güzel.
Peki, insanı dönüştürebiliyor muyuz? Asıl mesele sanırım burada.
Şehre şöyle bir sabah saatlerinde dalıp dolaşın derim. Temiz bir şehir görüntüsü elbette var. Ama bütün o bilboardlardaki “kirletmiyorum, temiz tutuyorum” sloganlarına rağmen! Öğlenden itibaren şehrin neresine bakarsanız hızla kirletilen / kirlenen bir görüntüyle karşılaşıyor ve sanki o yaşadığınız günün sabahı o kent temizlenmemiş gibi bir görüntüyü yaşıyorsunuz / yaşıyoruz. Hızla kirletiyoruz hem de kendi ellerimizle…
Yeniden dizayn edilen ve halkın bütçesinden hayli para harcanan halkın toplu kullanımına ait parklar, sokaklar, mekânlar için de benzer kaygılar söz konusu.
Eski evimin sokağı olması nedeniyle eski adı “Sanat Sokağı” şimdiki adı “Kafeler Sokağı” olan göz önünde ve sahiden “kent vitrini” diye tabir edeceğimiz Sanat Sokağı için de bu durum geçerli.
Büyükşehir Belediyesi sahiden verdiği sözü tutarak geçmişin o sokak işgalli kafeler mezarlığı sanat sokağı görüntüsünü çok radikal bir kararla ve rantiyecilerin bütün tepkilerini göğüsleyerek aştı. Bir kez daha Büyükşehir Belediyesini kutlamak gerek…
Sanat Sokağı sahiden yeni görüntüsüyle çehresi düzgün ve kullanışlı bir Yaşam Alanı’na dönüştü. Kafe olarak kullanılan mekânların daha önce işgali altında olan kısımların bombeli yeşil kuşak haline evirilmesi ince bir zekânın ürünü olarak kafelerin yeniden işgalinin önünü kesti. Sokağın bu yeni halinden asla taviz verilmemesi gerek.
Yalnız iki gözden ya da denetimden kaçan noktanın altını alenen çizmek durumundayım. Ki bu durumu Büyükşehir Belediyesinin ilgili birimlerine de ilettim. Hassasiyetle üzerinde duruyorlar, çözeceklerine inanıyorum.
Birincisi eskiden beri sokağın orta yerinde yer alan Çocuk Parkı. Günün her saatinde çocukların sıkça kullandığı bir mekân, çocuk oyun alanı. Doğal olarak sert plastikten yapılma oyun gereçleri kırılıyor. Varsın kırılsın belediye anında yenisi ile değiştirmeli. Ve hemen bu kırılma dökülme durumundan yararlanırcasına çocuk parkının hemen bitişiğindeki kafe ya da çay ocağı kenarından, köşesinden çocuklara ait alanı işgal ediyor. Mutlaka engellenmeli. Bunun pratik bir yolu var. Çocuk Parkının zemini dikkate alınarak etrafı bir pergola ile çevrilip işgalcilere fırsat verilmemeli...
İkincisi sanat sokağının sonuna doğru Carfour alışveriş merkezinin karşısında yarım ay şeklinde taştan oturma düzeneği olan bir etkinlik alanı dizayn edilmiş. Çok akıllıca bir düşünce ve sahiden sokak için ihtiyaç. Ama gel gör ki o alanın hemen arkasındaki binanın altındaki kafe sanki kendileri için hazır bir mekân gibi o alanı işgal ediyor. Sanırım o yarım ay gibi taştan oturma düzeneğinin ortada boş bırakılan kısmı da doldurulup arkadaki kafe ile bağı kesilmeli.
Tabi bu önlemler bu iki örnekten yola çıkarak başka ve düşünemediğimiz işgallere fırsat yaratılmaması içindir. Malum öylesine bir ilkel ticari ve rantiyeci gelenek ruhlara nüfuz etmiş ki; düşünce şu “hele başımızı sokacak dört metrelik bir mekân ele geçirelim, gerisi kolay giderek yayılırız”.
Bu sebeple sanırım Büyükşehir Belediyesi Zabıta Daire Başkanlığı Sanat (Kafeler) sokağının uygun bir yerine gece 23.00’e kadar görev yapacak ve sıkı denetim uygulayıp işgal niyetinde olanlara asla taviz vermeyecek bir mekânı da hızla hayata geçirmeli.
Malum bir çayın iki liraya, bir kahvenin beş liraya satıldığı kimi mekânların işletmecileri; etik değerlerden de kentin ortak rantiyesinden de hızla uzaklaşabiliyor…
Şeyhmus Diken
02.08.2016 Diyarbekir