Uzun süren bir kuraklıktan sonra dur duraksız yağmur yağıyor. Ve bu sular, tekin olmayan emareler gösteriyor. Belli bir zaman sonra sular her yeri kaplıyor. Dayanıksız insanlar, bu yağmur sularından içiyor ve deliriyor! Deliren insanların suratları kararıyor ve bu insanlar, maskeli hale geliyor. Ve bütün bu maskeli insanlar, kendini kara ve karanlık sulara bırakıyor! Durumu algıladıkları için yağmur sularını içmeyenler, maskeliler tarafından “anormal” diye nitelendiriliyor. Şimdi toplumumuzda tek yüzlü olma durumu da aynı o hesap ve ondandır kişinin kendisi olması, tepkiyle karşılanıyor! Peki, bu çifte standart, bu ikiyüzlülük nereden geliyor ve nedendir? İnsanlar niçin, neyseler o olamıyorlar? Bu cehaletten mi, itaatten mi, korkudan mı, çıkar duygusundan mı, kişiliksizlikten mi? Yoksa sivil toplum kuruluşlarının olmayışından mı? Belki de seçeneksizlikten! Bence hepsi…
“bir de ne görsünler
gök değil, yukarılarda uğuldayan
bu denizin rengi mavi değil”
Kendini sulara bırakmayan, yılmayan ve çıkış yolunda insanlara el uzatanlara helal olsun.
“tek tük karaya vuranlar, dağınık ve kirli
güzelliğini koruyanlar sular ortasında
yanan birer fenerdir, kardeşleri İçin
taş çıkartırlar, değme yıldızlara...”
İnsanları uyaranlar ve insanlarla yüreğini paylaşanlar, bedelini ödemeye de hazır olmalıdır.
“Bekliyorum beni yoklayacaklar
Yüreğimle kalemimi biliyorum
Bir özgürlük şarkısıdır gözlerim
Ne söylüyorsam kederimden
Beni susturmaları için
Yüreğim sökülmeli yerinden!”
(Aydın ALP AMED’İN KELEBEĞİ)
Baskının, yoksulluğun, cehaletin ve seçeneksizliğin olduğu toplumlarda her şey bulanıklaşır. Görüş alanı daralır. Beyinler, kitlesel olarak yönlendirilmeye açık hale gelir. İnsanlar güvenli yaşamak için tek çareyi, maskeli hayata dâhil olmakta görürler! Alışkanlıklar bağlayıcıdır! Sonra bu maskeli hayata, zamanla biraz alışılır! (Sürgit asla olamaz!) Ve dünyanın bütün hıncını, günah keçisi olarak gösterilen, maskesiz yaşayan insanlara yöneltirler! Ah, zavallı ve yenilmiş riyakârlar; ezik ve maskeli yaratıklar! Bu durum, baskı altına alınan toplumsal kesimlerle kalmaz. Toplumun refleksleri de çok zayıfladığından, yıkıcı bu durum gitgide büyür! Yaşanan yıkıcı etki, sadece belli gruplara değil, bütün bir topluma yayılan ve bu toplumsal yapıyla da engellenemeyecek bir felakete yol açar! Artık ortada paylaşılacak bir çıkar da kalmaz!
“önceleri
aşklarımızı ve kahkahalarımızı taşırdık dicle’ye
mardinkapı şen olurdu
dibi değirmen olurdu
eylüle yakalanmamıştık daha
ölümleri yaşamamıştık
kalleş namlular dayanmamıştı sırtımıza
ve ihanet, o çift oluklu bıçak
daha saplanmamıştı bağrımıza
ve hayatımız, yani o küçücük dünyamız
göğün çıplak maviliğiydi
sevgili ile el ele tutuşmak kadar doğal ve masum
kusursuz ve coşkulu
ve güzeldi!”
Toplumda iflah olmaz bir suskunluk yayılmışsa, çıkış yolları zorlaşmış demektir.
“göğsü kabarık bir ırmak iç çekiyor
dağların başı ellerinin arasında
hayat gafil avlanmış, ölüm acar
hıçkırıklar bir düğüm boğazlarda
hangi iblisin sihridir bu böyle
insanların taş kesildiği bir ülke”
İnsanların kendileri olduğu, maskesiz günler adına sevgiler ve saygılarımla…
*ALTINA AD YAZILMAMIŞ ŞİİRLER: Aydın ALP-RUHLAR MAHŞERİ (TOPLU ŞİİRLER)
NOT: Sıkılaştırılmış toplumsal yapımız, her yerden patlak veriyor, dikiş yerlerinden sökülüyor! Varsa, kalmışsa, inisiyatif alabilecek güçler, lütfen ölümün kıyısında yol alan açlık grevlerine bir çözüm bulsun! Ah, ölümler olmasın!
Aydın ALP ŞUBAT 2019