İnternette bir ara ‘doğduğunuz yılı yazın,
O tarihteki hangi gazetenin başlığı neydi öğrenin.
Yâda o tarihte hangi önemli olaylar olmuştu gibi bölümler vardı ve hayli ilgi çekiyordu.
TV Haberlerinde emeklilerle ilgili 4. toplantı yapıldı, Başkan Erdoğan başkasının sorumluluğundaymış gibi ‘seyanen zamdan emeklilerin yararlandırılmaması olmaz’ mealinde sözler söyleyince bende, zihnimde siyasetle ilk tanıştığım yıllara doğru geçmişte bir gezintiye çıktım.
Gençlik yıllarımızdı 20-22 yaşlarımızdaydık…
Ecevit’in CHP Genel Başkanı olarak Diyarbakır’a geldiği günlerdi.
Dağa taşa ‘Karaoğlan’ yazıldığı,’Toprak işleyenin, su kullananın’ sloganlarının pankart olarak taşındığı,12 Mart Sıkıyönetim günlerinin geride kalmasıyla ülkeye bahar geldiğini, dolayısıyla ‘demokrasinin geldiğini sanarak sevindiğimiz yıllardı.
Ecevit’in Diyarbakır Dağ Kapıdaki alanda düzenlenen mitinginde coşkulu bir kalabalık vardı…
Ecevit kürsüden ‘Halklar yoktur, halk vardır. O da Türk halkıdır.’ diyerek ‘Halklara Özgürlük’ pankartı açan bir grubun miting alanını terk etmesini istiyordu.
Ve hoparlörlerde Şenay Yüzbaşıoğlu’nun o duru ve güzel sesi ile CHP’nin seçim müziği olarak seçilen;
Gel kardeşim, elini ver bana
Sev kardeşim neşe getirdim sana
Al kardeşim ye iç gül oyna…” diye devam eden şarkısı çalıyordu.
ülkeyi hep birlikte 12 Eylül karanlığına sürükleyen, daha sonra uzun bir süre sağ-sol kavgası olarak adlandırılan ‘şiddete’ karşı kardeşliğe, barışa davet eden bir şarkıydı.
Siyaset kurumu Ecevit-Demirel tahterevallisi ile gelinen 12 Eylül Askeri darbesi…
İnsan hakları ihlallerinin ayyuka çıktığı yıllar.
Sıkıyönetim ve Olağanüstü yönetimler altında kazanılmış bütün hakların tırpanlandığı…
Sonraki yıllar ‘Orta direk’ söylemi, ‘Her eve iki anahtar,’ ‘Kim ne verirse ben 5 TL fazla veririm‘ vaatleri!
70 sent’e muhtaç olduğumuz Kemal Derviş’li İMF li yıllar.
AKP’li yıllar, AB’ye girme, girebilme hayallerinin hiç olmadığı kadar yakın olunduğu yıllar.
15 Temmuz’daki kanlı darbe teşebbüsü ve sonrasında biraz refleks olarak biraz da Allah’ın lütfu olarak kabul edilerek Demokrasi, haliyle Avrupa Birliği üyeliği hedeflerinden uzaklaşıldığı yıllar…
Ecevit’in Diyarbakır’a geldiği 1977 yılından beri, en azından ben o tarihten bu yana izliyor ve biliyorum.
Tüm sabit gelirliler gibi, Emeklilerin de satın alma gücü gittikçe geriliyor.
Annem emekli olduğunda, emekli ikramiyesiyle bir ev alabiliyordu.
Ben emekli olduğumda, emekli ikramiyemle ancak bir evin mutfak bölümünü alabiliyordum.
5-10 yıl önce emekli olduğumu göz önüne alırsak şimdi yeni emekli olmuş bir memurun ne alabileceğini oturup hesaplamamız gerekir…
Bir emekli olarak ben, işte bu nedenle dördüncü, beşinci isterse on beşinci toplantı olsun herhangi bir heyecan duymadığım gibi herhangi bir iyileştirme de beklemiyorum.
Ödenecek meblağlar artabilir, şüphesiz artacaktır da, satın alma gücümüz ise yerinde bile saymayacaktır.
Bir beklentiniz olmayınca, hayal kırıklığınız da olmuyor.
Oturduğum balkonda yan binanın altındaki kafeden etrafı rahatsız etmeyecek kısık bir sesle Sezen AKSU’nun ‘Kaybolan yıllar’ şarkısı çalıyor.
“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler,
Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler,
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkım yok!”
Siyasi hafızamda birçok siyasi aktörün, bir çok olayın bir film şeridi gibi akıp gittiği…
45 yıl önce Ecevit’in Diyarbakır mitinginin olduğu o yıllarda ikinci 45’liğini çıkaran Sezen Aksu’un ‘Kaybolan yıllar’ şarkısını ezber özürlü biri olarak benim bile yıllar sonra nostalji yapıp mırıldanabildiğime şaşırmış gülümsüyorum…