Ölümünü dün (25 Nisan) gece yarısı face’teki bir paylaşımdan öğrendim. Kalbime bir acı saplandı, aynı anda karıncayı incitmeyen lafı yankılanadurdu beynimde! Deyimin mecaz anlamıyla da, çıplak anlamıyla da gerçekten karıncayı bile incitmeyen bir adamdı. Aynı kuşağın çocuklarıydık. Yurtsever ve demokrattı. O da bizim kuşak gibi krimanilize edilmiş sokaklardan geliyordu. Profesör unvanını da yakın zamanda almıştı. Biyologdu. Akademik başarılarını camiası anlatsın. Ben yıllar öncesinden tanıdığım ve arada rastlaştığım o güler yüzlü, pozitif dostumu; sağlığı, hijyeni çok önemseyen, sporunu aksatmayan ve çevresindeki herkesi de güzelliklere yönlendiren dostumu anlatmış olayım. Sevgi yüklü bir kalbi vardı. Kalbi sadece insanlar için çarpmıyordu; tüm doğa için, bitkiler, hayvanlar ve hayat için çarpıyordu hem de gürül gürül! Dün gece insanlık için çarpan bu kalp, durdu işte! Savaş nârâlarının atıldığı bu kuduz atmosferde, sevgisizliğin dev dalgalar halinde yayıldığı bir ülkede belki de huzura erdi!
Biliyorum, dünyamız bir yanıyla bilimsel olarak büyünün kıyısında! Gezegenimizin sıçrama tahtası olarak kullanılmasına az kaldı! Sonra ver elini kozmos… Bir yanıyla da dünyamız alevler ve katliamlar içinde! Yakından biliyorum, ölüm bizim kapımızda; ama ölümsüzlük de insanlığın parmak uçlarıyla dokunmak üzere olduğu mesafede! Ah, ulan!
Biz dünyanın acılı yanındayız. Bizim kuşak da acılı bir kuşak! Biz, kaosun ve kaotik bir dönemin çocuklarıyız! Ne özgürlükleri ne de demokrasiyi yaşayabildik! Pis politikacıların ve kanlı egemenlerin hırslarına kurban edildik! Yaşadığımız dönem barbarlık ve engizisyon dönemi olarak adlandırılacak!
SURLAR TANIĞIMIZDIR
dicle koyu yeşil akıyor
hayatlarımız kapkara
hevsel bahçesine yayılan kahkahalarım
surlar tanığımızdır, onurlu yaşadık
baskılar altında ah, ne fayda
dicle koyu yeşil akıyor
içinde gençliğimiz
dönebildiğin kadar dön dur dünya
hiçbir şeye yanmam bilesin
karartılan gençliğimize yandığım kadar
Biz insanlığın geleceğini yaşattık özlemlerimizle! Yüreklerimizdeki kelebekler ve gözlerimizdeki bahar yağmurları tanıktır! Dev savaş çarklarının bizi öğütmek istediği koşullarda ezildik; ama güzelliğimizi yitirmedik! Acılar yaşadık üst üste acılar; ama acılaşmadık! Hilmi ISI, işte bizim kuşağın güzelliğini yitirmeyen bir hocasıydı. Hilmi Hocanın ömrü, koltuklara hak etmedikleri halde bir kene gibi yapışanlardan çok uzun olacak! Hilmi Hoca güzelliğiyle kalbimizdedir; kalbimiz ama toprağa düşse de o başka kalplerde yaşamayı sürdürecek!
Bugün (26 Nisan 2019 Cuma günü) cenaze töreninin yapıldığı üniversite, bütün camiasıyla (hocaları ve öğrencileriyle) oradaydı. Belediye Başkanımız Selçuk Mızraklı da, tanıdığım birçok arkadaş da oradaydı. Daha önce görev yaptığı Milli Eğitimden, tanıyan arkadaşlarından başka kimse var mıydı, bilmiyorum. Diyeceğim kurumsal örgü zaten zayıfladı; ama kurumlar arası dayanışma hiç kalmadı! Neyse ki biz, her şeye karşın dayanışma ruhumuzu daha da yitirmedik! Dostları onu yalnız bırakmadı. O güzel insanı binlerce dostu uğurladı!
Evet, elimiz kalbimizde ve biz de dostumuzu bir Kürt atasözümüzle uğurluyoruz: “ Wan suvarın rınd, wan hespe rınd suvarbun; çun, çun, çun…” (O güzel atlılar, o güzel atlarına bindiler; gittiler, gittiler, gittiler…)
Bir başka arkadaşımı yolcularken yazdığım şiiri Hilmi Hoca için de paylaşmış olayım.
GİDENLERE AĞIT
Uzun bir gitme mevsimidir bu!
Gençliğimiz taşınıyor eller üzerinde
Güneşimiz yüreğinde böyle nereye?
Zulme karşı atılan
Bir Kürt nârâsı kadar güzel
Kardeşlerim gidiyor!
Tatil yolculuğu değil bu!
Geyik avına çıkılmıyor!
Ah, gidenler bir daha geri gelmiyor!
Bugün (26 Nisan 2019 Cuma günü) arkadaşımızı sonsuzluğa uğurladık. Mekânı cennet olsun!