PKK'nın çözüm sürecini bitiren açıklamaları, devrimci halk savaşını başlatma beyanları, Suruç bombalaması ve sonrasında gelen asker polis ölümleri, Suruç öncesinden başlayan yol kesmeler, araç yakmalar...
Nihayetinde devletin de refleks göstererek operasyonları başlatması ve çatışmaların yeniden alevlenmesi.... ve insan canının barış ümitlerinin üzerine doğranması…
Bu çatışmaların yaşadığımız ülkeye ve halklarımıza hayır getirmediğini, maddi-manevi her tür birikimimizi duygularımıza kurban ettirdiğimizi görmemiz gerekir.
Bir durum değerlendirmesiyle yeni bir dil ve duruşa doğru yönelmemiz gerekir.
Farklı etnik kimlik taşıyana yönelik söz ve davranışımızı; "Bize söylense/yapılsa nasıl karşılarız?" şeklinde,basit bir empatiyle değerlendirmek zorundayız. Savaşçı, ötekileştirici dilin; çatışmaları yeniden başlatan ve geniş planda coğrafyamızı yeniden dizayn etmek isteyen güçlerin işine yaradığını, onların arzularının gerçekleştirilmesine hizmet ettiğini bilmek ve ona göre davranmak-konuşmak durumundayız.
Kendimize hak ve layık gördüğümüzü kardeşimize hak görmemenin, imanımızla ilişkisini hatırlamamız için daha ne kadar bedel ödememiz gerekir?
Dökülen kardeş kanı üzerine inşa edilmek istenen yeni projelere ve yaratılmak istenen büyük fotoğrafa başkası katık/azık olabilir ama bir Müslüman katık/azık olabilir mi?
Dinimizi asla hazmedemeyen, kabul etmeyen, kavmiyetçilikten nemalanan, kavmiyetçi duyguları harekete geçirerek bundan güç ve kan devşirenlerin tezgâhına sadece kavmimiz nedeniyle, dinimizi göz ardı ederek daha ne kadar teşne olacak ve destek vereceğiz?
Unutmayalım ki, Selahaddin ve İdris-i Bitlisî ile Alpaslan ve Yavuz’un çocuklarının müttefik olduğu her dönem; geniş coğrafyamız açısından sulhun, huzurun ve refahın etkili ve belirleyici olduğu, adaleti esas alan düzenlemelerin hâkim olduğu dönemler olmuştur.
Büyük fotoğrafa baktığımızda; bölgemizde geniş çaplı bir operasyon yapıldığını, yeniden dizayn çalışmalarına yönelik çalışmalar olduğunu görmek gerekir. Unutmayalım ki, Bölgede,1915’deki cetvelle harita çizimlerinin yeni denenmesine yönelik çalışmaları boşa çıkaracak en önemli güç Türk ve Kürt ittifakıdır.
Kürt- Türk ittifakı; bölgede yeni, etkili ve müdahale edici bir gücün var olması ve belirleyici bir konuma gelmesi anlamına gelmektedir. Bu gücün oluşma ihtimali 2012 den beri gözlenmektedir.
Dünyayı yüz yıl önce dizayn eden ve bugün yaşadığımız coğrafyalara bizi hapseden ve Selahaddin’in çocuklarını ulusçu-tekçi dört ana coğrafî parçaya hapseden harita düzenlemelerinin yeniden gündeme geldiği bir süreçten geçmekteyiz.
21. yüzyılın bu ilk periyodunda Selahaddin ile Alpaslan’ın, Ahmed-i Xani ile Mevlana’nın, Yunus Emre ile FeqıyiTeyran’ın çocuklarının yeniden adalet esası üzerinde bir ittifak ve gelecek inşa etme ihtimallerinin belirdiği ve bu doğrultuda adımların atılmaya başlandığı bir süreci yaşamaya başlamıştık. Elbette ki yüz yıl önce ulus temelli tekçi ve aynı zamanda mezhepçi haritalarla bizi gettolara hapsedenlerin, bu ittifaktan rahatsız olmaları gerekirdi ve ciddi biçimde rahatsız oldukları da görülmektedir.
Yüz yıl boyunca Türk, Arap ve Farsları hapsettikleri ve istedikleri gibi yönettikleri bir zindana; Kürtleri de hapsetmek istemektedirler. Elbette ulusçu/kavmiyetçi Türk, Arap ve Farsların; Kürtlere yönelik insanlıkla bağdaşmaz uygulamalarının, asimilasyon red ve inkâr politikalarının, varlığı inkar edilemez. Ancak bu yeni kavmiyetçi zindanların inşasına zemin hazırlamamalıdır.
Kürt halkının Türkiye coğrafyasında maruz kaldığı baskı, hak gaspları ve mezalimleri tekçi, inkârcı Kemalist politikaların birer yansıması ve pratiği olarak değerlendirmek gerekir.
Kürt- Türk ittifakının yeniden inşası ve adaletin tesisi için gerekli olan öncelikli duruşu oluşturmak, zihinleri kavmiyetçi/ulusçu tortu ve kirliliklerden arındırmaktan geçer. İttifak ve kardeşliğin tesisi;kardeşlik hukukunun gereklerinin adalet temelinde ifa edilmesi ile mümkündür.
Çünkü,ulusçuluk/kavmiyetçilik; adalet terazisini bozan, hakkı sadece kendine göre yorumlayan bir düşünce ve duygu dünyasıdır.Kavmiyetçi refleksler sonuç itibariyle herkesi herkese saldırtabilen, düşmanlaştırabilen bir sonuç doğurmaktadır.
Atılan ittifak ve kardeşlik adımlarının beğenelim beğenmeyelim üç mimarı vardır: Erdoğan, Barzani ve Öcalan. Erdoğan Barzani ilişkileri ve Erdoğan’ın Öcalan ile başlattığı 2013 yılı süreci bu sözlerimi kanıtlamaktadır.
Öcalan’ın 2013 Newroz mesajı ittifakihtiyacının verilerini ve çağrısını taşımaktadır.
Barzani’nin 2013 yılında başlatılan barış sürecine destek ve yaklaşımları, Türkiye ile yapılan ciddi antlaşmalar ile bu antlaşmalara kararlı riayetkârlığı ittifak tutumunu kanıtlamaktadır.
Erdoğan’ın barış süreci için baldıran zehiri de olsa içeceğini, gövdesini taşın altına koyduğunu beyan etmesi, Öcalan ile sürdürülen müzakere ve görüşmelerdeki istikrar, kademeli olarak atılan adımlar(aksamalar, hatalar, gecikmeler taşısa da) Barzani ile olan sağlıklı ve kardeşlik hukukunun inşasına hizmet edici tutumu bunu ispatlamaktadır.
Bu üç liderin tutumu eğer adalet esasına dayalı bir barış-kardeşlik ittifakını gerçekleştirirse, emin olunuz ki Ortadoğu denilen coğrafya yeniden huzur, barış ve refah iklimine kavuşacaktır.
Egemen sömürgenlerinbozulma istidadı gösteren hesaplarını, kendi diledikleri şekilde tahakkuk ettirmek için yeni yeni hamleler yaptıklarını da görmek gerekmektedir. Bu amaçla bu üçLidere karşı operasyonlar yapılmakta ve bu üç Lider sahne dışına itilmek istenmektedir.
2013 Gezi kalkışması, 17-25 Aralık hamlesi ve 2014 Ekiminden itibaren hala sürmekte olan Kobani süreci, Erdoğan’a yönelik operasyonun birer aşamasıdır.
İngiliz networku olanİŞİD’in 2014 yılında Şengal, Erbil ve Musul’a saldırısı ve daha sonra Goran ve YNK tarafından geliştirilen PKK ve İran’ın da destek verdiği Kürdistan Federal Bölge Başkanlığının iğdiş edilmesi girişimi de Barzani’ye yönelik hamlelerdir.
PKK tarafından 2013 yılı Mayıs ayında başlatılan ve Haziran sonunda durdurulan geri çekilme meselesi, Suriye’de oluşturulan Kantonlar, 2015 yılında Öcalan’ın kongrenin toplanarak Türkiye’ye karşı silah kullanılmasının sona erdirilmesi çağrısının, KCK tarafından uzun soluklu yasal düzenlemeler, anayasal adımlara bağlanması,Kobani süreci ve sonrası gelişmeler de Öcalan’a yönelik operasyon hamleleridir.
Türkiye’de sürdürülen barış sürecinin sona ermiş olması neticesinde kan ve gözyaşının bu ülkeye avdet etmesi, bizi yapılan operasyonları yeniden düşünmeye ve buna göre söz-tavır geliştirmeye sevketmelidir. PKK/HDP’nin Türk solu ve Kemalist statükonun dümen suyunda operasyonlara açık ve taraf olması hali, kardeşlik ve ittifakın oluşmasını engellememelidir.
Tarafgirlikleri perçinleyecek şekildebir tarafın haklı yanlarının basiretimizi bağlamasına ve haksız tarafını da görmemek noktasına getirmesine müsaade etmeli miyiz?Oysa tarih bize gösteriyor ki, aşırı tarafgir tutumlar; kanı engellemiyor aksine kanı arttırıyor, yaraları derinleştiriyor. Akan her damla kan, egemen güçlerin kar hanesine yeni bir katkı sunuyor.
Öte yandan Dinimiz adına hareket ettiği iddiasında olan ancak müstekbirlerin çıkar ve hedeflerine hizmet eden örgütleri/networkları red etmekten, karşı çıkmaktan asla geri duramayız. Ancak bu örgütler üzerinden dinimize yapılan saldırıları da kabul edemeyiz ve red etmek, lanetlemek durumundayız. Her iki tutuma karşı da sivil mücadele yöntemleri geliştirmek zorundayız.
Kürt -Türk kardeşlik ve ittifakını ADALET ESASI üzerinde yeniden inşa etmek hepimizin boynunun borcu ve gecikmeye tahammülü olmayan bir görevidir. Bu önemli girişimin hayata geçmesi,sadece bu üç liderin omuzuna yüklenilemeyecek kadar ağır bir yüktür ve herkesin taşın altına elini koymasını, sorumluluk almasını zorunlu kılmaktadır.
Akan kana karşı, sabote edilen barışın gerçekleşmesi ve kardeşane hak-hukuk-adaletin tesisi amacıyla;
Sivil karşı duruşlarımızı birleştirerek dayanışma ruhunu oluşturmak,
Kendimize hak görüp istediğimizi kardeşlerimiz için de tereddütsüz istediğimizi göstermek,
Samimi, hasbi duygu ve tavırlarımızla birbirimize olması gereken sevgimizi çoğaltmak ve hayatta görünür kılmakla işe koyulmak gerekir.
Vesselam.