’’Her geya li ser koka xwe heyran
Bi bîna xwe her kulîlk, her gul bi rengé xwe
Ku vebin li bexçeyé dil, li milké dil
Û her stran ji devé endelîyekî, bi awaza xwe…”*
Şimdi size yukarıdaki başlığın dışında birkaç başlık daha yazsam, eminim ki herhangi birisini seçmekte kararsız kalırsınız! Böyledir işte! Hayat da kendine kimi kez başlık seçmekte kararsız kalır.
Mesela “Dink Sokağı Sakinleri” mi deseydim.
Yoksa “Elini değil, bedenini de sunan adamın anlatısı” mı?
Veya “Acılarda kardeş olanların ağlatısı” mı olmalıydı yazımın başlığı.
Ama olmadı, “Kan kutsanması” belki daha çok denk düştü.
19 Ocak 2007’de Hrant’ın katledilmesinin üzerinden tam altı yıl geçti ve 19 Ocak 2014 günü saat 14.55’te gözlerim takılı kaldı Hrant’ın mekânı Agos Gazetesinin bulunduğu binanın adına: “Sebat Apartmanı”. Sebat! Ne kadar da munis, ne kadar da mütevazı ve kaderine razılığı içinde içselleştiren bir sözcük. Acaba Hrant bunca yıldır kendisine ve kavmine çektirilenlere nazire olsun diye mi bu isimde bir binanın sakini olmayı uygun bulmuştu. Sebat etmek gerekir miydi her şeye. Sebat etmek zamana, mekâna ve tarihe yanıt olabilir miydi, onca yaşanmışlıklara yanıt olarak…
Sanmıyorum…
Sebat, her ne hâl altında olursa olsun boyun eğmek demek değildir. Aksine mücadeledir sebat.
Bunu en iyi bilenlerden biriydi Hrant Dink. O sebepten daha kendinden önce ya da kendi ismiyle birlikte gazetesi Agos tehdit ve küfür mesajları almaya başladığında bile sebatın kararlılıkla mücadele ile eşdeğer olduğunu bilerek hareket etmişti. Zaten bu kararlılık saikı ile idi ki, koyup gitmek istememiş direnmişti ve hayatıyla bedelini ödemişti. Peki, hiç düşünen olmuş mudur? Sebat apartmanının sakinleri vurulup düşen güvercinlerinin ardından sükûnetlerini ne zamana kadar koruyacak.
Vurulmadan tam onbir ay önce “Herkes İçin Adalet Projesi” çerçevesinde Diyarbakır’da Bağlar Belediyesinin konferans salonunda ikinci kez Diyarbakır’a gelişi nedeniyle konuşurken; “Benim halkımın başına gelenler, umarım ve dilerim Kürt halkının başına gelmez” derken, tam da beklenen ve geciken sonra da ölümü nedeniyle kendisi için talep edilen “Adalet”e işaret etmiyor muydu Hrant?
Karanlık, akıl tutulmasının göstergesi oldu bu tuhaf ülkede. Hepimizi sar(s)ıyor karanlık ve asıl bundan korkmak gerekiyor belki de. Onca adalet isteyenlere inat, her şey tüm yaşananlar ayan beyan ortada iken, “çıplak adalet” adeta “Ben buradayım” derken, gerçek adalet erteleniyor / öteleniyor. Adeta ben bu oyunda yokum, haberiniz olsun. Vur(dur)ulmuş bir adamın yamalı pabucunda sobelendim diyor, talep edilen adalet. Çünkü ülke kan tutulmasına uğramış adeta. Kanı kutsuyor ve çocukların kanından bayrak üretiyorlar bu tuhaf ülkede. Ürettikleri bayrakları da kutsuyorlar. Adalet bir şey yapamıyor değil, yapmıyor. Ama çeteler çok şey yapıyor.
İyisi mi yine sonrasına şiirle başlayan ve sonlanan bir sese denk düşsün kelam…
“Ez ji kû me Hrant, tu ji kû yî?
Gerapét ji kû ye, Dîkran ji kû ye?
Kalé min cîrané kalé te, ez kirîvé te
Ne ji wir im li dû te, ez jî ne ji vir im.”*
* Arjen Arî’nin Hrant İçin yazdığı Agos isimli şiirinden alıntı.