“İnsanlık çok ilerledi, artık gözükmüyor.”
-Robin Sharma
Bir süredir yoktum. Kelimelerin sihirli ışıltısından uzak, yazmanın verdiği o tatlı uyuşukluktan bihaberdi ellerim. Bu durumdan pek de hoşnut değildim açıkçası ama ellerimin harflere olan özlemini canlandırmaya ihtiyacım vardı belki de. Parmaklarım bir varoluş arayışı içerisindeydiler. Binlerce kelimeyi kağıtlara zabteden bu parmaklar her an patlamaya hazır birer namlu gibi yüzüme bakıyorlardı. Elimi çabuk tutmalıydım, parmaklarımdan başlayan huzursuzluk tüm vücuduma damarlarımdan akan kanla yayılarak ölüm sebebimin “yazmamak” olmasına yol açabilirdi.
Daha önce “Ben okudukça var, yazdıkça harım.” demiştim. Anladım ki kelimelerin zarif cilvesine kapılınca parmaklar, var olmak için okumak kar etmiyor. Yazmak ve yazdıkça da yeni dünyalar yaratma isteği alev alıyor insanın yüreğinde. Ben bir süredir yoktum. Kitaplığımın gölgesine astığım titrek ruhumu yeniden üstüme giyiyorum. Öyle ki ruhumu bir daha asacağım yer mezar taşımın gölgesi olacak. Zira ruhum bu bedendeyken ben, yazmayı bırakmaya hazır değilim. Bir gölge korumalı ruhumu çünkü bedensiz ruhuma bir gölge gerek, var olduğuna inanması için.
Karşıma çıkan her insan bakışı bana kalemi hatırlatıyordu. Yazmadım lakin epeyce gözlemledim insanları. Her insan birer mürekkep damlası bırakıyordu zihnime. İçimde yazılacak binlerce satır var. Damarlarımda dolaşan bu satırlar parmaklarımdan kağıtlara akmayı sabırsızca ve sükunetle bekledi. Parmaklarım, ömrüm hepsini yazmaya vefa etmeyecekmişçesine telaşlı. Yaptığım bu gözlemler de bir tür okuma biçimiydi benim için. Anladım ki insan yüreğine açılan bir kapının tek anahtarı, yine insandı; fakat ne yaptıysam sadece gözlemlemekle insan yüreğindeki sırra erişemedim.
Gözlemlerim sonucunda insanları yakından inceleme isteği gitgide büyüdü içimde. Dünyayı bu denli değiştiren, olumlu olumsuz birçok iz bırakan bu canlı türünün sırrına erişilebilir miydi? Neydi insan olmanın sırrı?
Kimi zaman bir yığın tahammülsüzlüktü insan, kimi zaman sevgi doluydu. Acımasızlığıyla, sevgisiyle, dostluğuyla ve daha nice kendine özgü niteliğiyle insan; başlı başına göreceli ve değişken bir canlıydı fakat doğadaki her şey gibi onun da bir ortak noktası olmalıydı. Bir müddet düşündüm; düşünmek benim açımdan bu sırra vakıf olmak için yeterli bir eylem değildi. Bunu, bir süredir ihmal ettiğim yazmakla başarabileceğimi anladım. Tek seferlik bir eylem olamazdı. Yazmak bir olguydu. Belki de bir ömür sürecekti bu uğurda alınacak bir at nalı kadar yol. Değerdi. Yazmak ve yazdıklarımdan oluşturduğum kendi dünyamda insan olmanın sırrına erişebilmek düşüncesi bile başlı başına mutluluk vericiydi. Parmaklarımı bu yolda örselemek en azından ruhumun üzerindeki bu garip huzursuzluğu kaldırmış olacaktı. Yazmak, yaşamaktan bile daha ciddi bir eylem.
Şimdi ruhumun üzerindeki bu sebepsiz şüpheyi kaldırıyorum. Biliyorum, kalem elimden hiç düşmeyecek. Belki ellerimi de kaybederim, kim bilir, o zaman gözlerimle* yazacağım. İntikam alırcasına, sevgiden duvarlar örüyormuşçasına, iyiyi dostça, kötüyü düşmanca, en çok da insanca yazacağım. Ta ki insan olmanın sırrına erişinceye dek.
Bu sırra erişmeye çalışırken gerçek bir insan olabilmek dileğiyle.
*Bir kitap önerisi: Kelebek ve Dalgıç/Jean-Dominique Bauby
Zeynel Hebun Güler