Kafe’lere Karşı Kitabiyat!

Şeyhmus DİKEN

Cemil Meriç; Doğu’nun ilim irfan kültürü ile uğraşanlarını vurgularken “Şarkiyatçı” kavramına karşılık gelen “Garbiyatçı”yı farklı yorumlayıp der ki: “Şaşakalan, şaşkın, tuhaflaşmış”. Batı hayranı Doğuluları bundan daha tatminkâr bir başka kavram ifade edemez. Şaşakalan, Tuhaflaşmış…”Hem karada, hem suda yaşayan hilkat garibesi, büsbütün mazisinden kopan, anadilini bile unutan ‘mustağrip’ler” der üstat Meriç…

Cemil Meriç’in bu belirlemesi; Batı’nın zaman içindeki “hükmediciliği”ne karşı, Doğu’nun “hüküm altında kalıcılığa” rıza göstermesi üzerinden bir sonuca götürür tartışmayı.

Bir süredir düşünüyorum. Düşüncemi dillendirmeme çok sıradan bir görüntü sebep oldu. Şehrin Ofis semtinde, adı kurulduğu vakit “Sanat Sokağı” olan, şimdilerde “Kafeler Sokağı”na dönüşen mekânın hemen girişinde iki seyyar tezgâh gözüme çarptı. Birinde Midye Dolması, diğerinde Nohutlu Pilav teşhir edilip satılıyordu.

“Bu iş buraya kadar! Artık geriye dönüşü yok! Şimdi “Batının standart metropol şehirlerinden birinin benzeri olmaya doğru hızla yürünecek” dedim.

Önce Ofis semtinin o sokağının “Sanat Sokağı”na dönüşmeden evvelki mütevazı evlerinin zemin katları; sanatın sokağı olmak kararıyla birlikte hızla tadil ve tağyir edilerek değişip dönüştürüldü. Kiraları, bir iken en az beşe katlandı. Kafelerin adları batıdan esen markalara göre dizayn edildi. Ve tabi fiyatlar da ona göre ayarlandı. Sokak, sokak olmaktan çıkarak başka bir kötücül hale evirildi.

Bu bir süre böyle akıp gitti…

Sonra şehrin bir başka bölgesi imar gördü. Diclekent ve Yetmişbeş metrelik yol (Mahabad Bulvarı) batıda örnekleri bilinen akıllı binalar ve geniş bulvarlar, korunaklı steril sitelerle donatıldı. Vakti zamanında tarla, arazi olarak tasarruf edilip ekilip biçilen alanlar bir anda şehrin devasa rantiye alanlarına dönüştü. Ve arsa-tarlaların sahipleri bir anda oluşmuş “büyük varsıllığın” zır cahil sahipleri haline dönüştüler.

Bu sahiplik tez zamanda öyle bir hâl aldı ki; Batı’nın metropollerinde gördükleri her  “Batılı” levhanın, tabelanın bir benzerini anılan yeni gelişmiş bölgede açmayı ve onun sahipliği üzerinden kendini var edip dayatmayı beraberinde getirdi.

Öyle ki; 2015 yılının son aylarından başlayıp 2016 yılı boyunca süregelen kentin asli dokusu suriçindeki hendekli-barikatlı-sokağa çıkma yasaklı felaket halleri hiç mi hiç o mekânlarda, kafelerde sahip ya da konuk olarak konuşlananların umurunda dahi olmadı. Her akşam doldurdular o mekânları, yediler, içtiler, güldüler, konuştular. Arada bir uzaktan gelen patlama seslerine şöyle bir kulak kabartıp sonra tekrar “rutin”lerine dönüverdiler.

Hadi “umurlarında olmadı” demeyelim. Umurlarında olan kimileri de; gündüz şöyle bir kentin felaket bölgesinin çeperinde görünüp, akşam Hamravat, Gökkuşağı ya da Dicle Vadi Villalarında şöminelerinin başında oturarak “an itibariyle sur tarafında şiddetli bir patlama oldu” diyerek twit attılar, o kadar.

Son bir yıldır kentin “yeni yüzü” diye tarif edilen ve kayyım yönetiminden önceki belediye başkanlarımızca da kente gelen konuklara gururla gösterilen kentin bu yeni yüzündeki Kafeler Mezarlığında farklı bir kimliksel varoluşa tanıklık ediyoruz.

 

Önce “Yayın Ağacı Kitabevi” açıldı. Daha az yatırımla ulusal ya da uluslararası bir marka kafenin adıyla bir mekân açmak mümkünken! Daha çok para harcayarak üstelik kültürün sanatın hayli kan kaybettiği bir zaman diliminde adeta “ticari risk” alarak “Bir milyon kitap” teşhiri ile üç katlı mekânını açtı girişimci. Savını da ısrarla dillendirdi. “Bu kent buna layıktır. Bu caddede birkaç yıl içinde en az beş kitabevi daha açılacak, buna inanıyoruz.”

Bir yıl içinde Yayın Ağacı, kafesiz ve bir başka markanın adını almadan kendi markasını yarattı. Onbinlerce kitabı otuzun üzerinde yazardan imzalı olarak evlere, işyerlerine soktu, okunmasını sağladı.

Ve bir yıl içinde iki kitabevi daha açıldı yetmişbeş metrelik yol üzerinde. Önce bir kafenin içinde butik bir kitabevi olarak “Morpheus Kitabevi” açıldı. Yakın günlerde de şehrin başka iki noktasında şubeleri olan “Kafka Kitabevi” üçüncü şubesini açtı.

Doğrusu, Batı’nın “hükmediciliği”ne karşı “hüküm altında kalıcılığa” bir nevi mütevazı tavır alış olarak gördüğüm, görmek istediğim kafelerin dünyasına inat, bizleri kitapların dünyasına davet eden bu mekânlar iyi ki kente yeni bir yüz oldular / oluyorlar.

Siz olsanız “illa ki kitap” diyen bu mekânlarla gurur duymaz, sahiplenmez destek olmaz da ne yaparsınız…

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.