Bazı şeyleri artık üstüne basa basa söylemenin zamanı gelmedi mi? Ekonomi, alım gücü, sağlıksız gıda ve artan zamlarla boğuşan bir toplum olarak sessiz kalmak mı gerekiyor?
Son dönemde asgari ücret 22 bin TL’ye yükseldi. Emekli maaşlarına %15, memur maaşlarına ise %11,5 oranında zam yapıldı. İnsanlar bir umutla internete girip yeni maaşlarını öğrenmeye çalıştı. Ama asıl soruyu soran oldu mu?
Bu zamlar gerçekten ne ifade ediyor? Maaşlara yapılan artışın bir anlamı var mı?
Her gün yeni bir zamla uyanıyoruz. Ekmek 20 TL oldu bile. Çay, şeker, süt derken zam yağmuru hiç durmayacak gibi görünüyor. Bu noktada yapılan maaş artışları hiçbir işe yaramıyor. Çünkü alım gücümüz her geçen gün eriyor.
Peki neden?
Neden hükümet bu zamlara bir dur demiyor? Neden tüketici bu kadar çaresiz?
Eğer bu böyle devam ederse birkaç yıl içinde maaşlar yüzbinlerle ifade edilirken, temel ihtiyaçlarımız altından kalkılamayacak fiyatlara ulaşacak. Ekmek 100 TL, bir küçük su 50 TL mi olacak?
Bu gidişata bir dur demenin vakti gelmedi mi?
Ekonomik çarkların bir dengeye oturması için bazı adımların atılması şart değil mi?
Bana göre ekonomimiz bir düzene oturuncaya kadar, ürünlere yapılacak zamlar belirli bir periyoda bağlanmalı. Bir ürüne zam yapıldıktan sonra en az 6 ay ya da 1 yıl boyunca aynı fiyatta kalması sağlanmalı. Gerekirse devlet destekleriyle üreticiler korunmalı, tüketicinin ise mağduriyeti önlenmeli. Aksi durumda ne yapılan maaş artışlarının ne de denetimlerin bir anlamı var.
Şimdi diyeceksiniz ki, serbest piyasa.
Böyle serbest piyasa olamaz. Türkiye 2024 yılında, gıda enflasyonunun en fazla arttığı ülkeler arasında 1. sırada yer aldı. Bu rakamları internetten küçük bir arama yaparak doğrulayabilirsiniz. Peki, gıdada sadece bizde mi stok sorunu var. Kesinlikle hayır. Bizde denetim yok, aç gözlülük var, aşırı kar hırsı var. Bir türlü çıkmayan hal yasası nedeniyle üreticide 3 - 5 TL olan sebze meyve markete gelince 40 - 50 TL oluyor.
Bir başka önemli sorun ise gıda kalitemizin her geçen gün daha kötüye gitmesi. Ne yediğimiz ekmekte tat var ne içtiğimiz sütte. Artık bir tavuk 40 günde soframıza geliyor. Eskiden olduğu gibi sağlıklı ürünler tüketiyor muyuz? Bu soruyu ciddi bir şekilde düşünmemiz gerek.
Son yıllarda Türkiye’nin ihraç ettiği tarım ürünlerinde pestisit kalıntıları bulunduğu için birçok ürün iade ediliyor. Türkiye, ihraç ürünleri iade edilen ülkeler arasında ilk sıralarda yer alıyor. Peki, bu iade edilen mallar nerede satılıyor? İmha ediliyor mu yoksa iç pazarda mı tüketiliyor?
O zaman bu ürünleri kim tüketiyor? Biz.
Kendi halkımıza, en kalitesiz ve en sağlıksız ürünleri, en pahalı fiyatlarla sunuyoruz.
Avrupa ülkelerinde tarım ürünleri sıkı denetimlerden geçiyor. Üretimden tüketime kadar her aşama kontrol altında tutuluyor. Üreticiler, belirli standartlara uymak zorunda; aksi takdirde ürünleri piyasaya sürülemiyor. Pestisit oranları düzenli olarak laboratuvar ortamında test ediliyor ve yasal sınırları aşan ürünler anında toplatılıyor.
Ayrıca Avrupa’da gıda güvenliği sisteminde izlenebilirlik çok önemli. Ürünlerin hangi çiftlikten geldiği, hangi işlemlerden geçtiği ve tüketiciye ulaşana kadar hangi koşullarda saklandığı kayıt altında. Böylelikle tüketici sadece sağlıklı bir ürün almakla kalmıyor, aynı zamanda herhangi bir sorun olduğunda sorunun kaynağına hızla ulaşılabiliyor.
Ülkemizde ise bu sistem oldukça zayıf. Pestisit denetimleri yetersiz ve bu durum, halk sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Avrupa’nın kabul etmediği ürünlerin bizim pazarlarımızda satılması, bu farkın en açık göstergesi.
Bu sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda sağlık açısından da büyük bir tehdit. Kendi paramızla, hem de en pahalısından, bile bile zehirleniyoruz.
Sağlıklı ve güvenilir gıdaya erişim bir lüks değil, temel bir insan hakkıdır. Devletin bu konuda acil önlemler alması, halkın sağlığını ve alım gücünü koruması gerekiyor.
Artık buna bir dur demenin ve bir şeyleri değiştirmenin vakti gelmedi mi? Çünkü bu gidişat ne sürdürülebilir ne de kabul edilebilir.