8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlamaya birkaç gün kaldı. Ülkemizde ve dünyada kadına yönelik şiddet; neredeyse hemen her gün medyada kadınların eşi veya sevgilisi tarafından; aile içinde veya sokakta infaz veya şiddete uğraması hızından bir şey kaybetmeden devam etti. Kadına yönelik bu şiddet kasırgası öyle tahmin ediyorum ki; 8 Mart kutlamalarına da damgasını vuracaktır.
Yüzyılların köleci-feodal, geri-ahlaki değerlerin hüküm sürdüğü ve erkek egemenlikli toplumsal bakış açısının hâkim olduğu sistemlerde; kadına yönelik bakış açısı değişmedi. Dolayısıyla erkek egemenlikli ve sınıflı toplumlarda kadının yaşam tarzını ve sınırlarını gelenekselleşen bu yaklaşımlar belirledi. Sınıflı ve sömürülü düzen içinde rol ve işlevi belirlenen kadın; bu kısır döngü içinde geleneklerin devam ettirilmesinin hem esiri hem de devam ettiricisi haline getirildi. Kadın erkek egemen anlayışıyla şekillenen sistem ve onun en temel yapı taşı olan aile içinde; çifte sömürüye uğradı.
Toplumun yarısını oluşturan kadınlar yaşamın bütün alanlarında erkeklerle eşit bir temsiliyete ulaşamadı. Erkek egemen anlayışı kadına bu fırsatı vermemek için iktidar olmanın bütün olanaklarını kullanarak; onu hiçe saydı, eve hapsetti, sosyal, siyasal yaşamın dışına itti. Kadın düşmanlığını da körükleyen bu erkek egemen anlayış, tarihin en uzun süren çatışma sürecini kadına karşı yürüttü.
Kapitalist sistemin globalleşmesinin de ilk hedeflerinden biri kadın oldu. Küreselleşme insanı günden güne yalnızlaştırırken; sosyal dayanışma ve sevgiden yoksun, insanların psikolojik problemleri de çığ gibi arttı. Yalnızlaşan kadın, kapitalist tekelin sömürü çarkında daha fazla ezilmeye başladı.
Kapitalist küreselleşmenin yarattığı savaşların en büyük mağdurları daha öncekiler gibi yine kadın ve çocuklar oldu. Ataerkilliğin başlangıcından beri savaşın ganimetleri olarak görülen kadınların dramlarını yaşadığımız yakın tarihte de gördük.
Kadının, kendi cins ve insani kimliğini bulması, kendini ifade edebilmesi; eve, mutfağa, yatağa olan hapisliğinden yani ikinci sınıf insan konumundan kurtulması; geleceğini belirlemede söz, karar ve örgütlenme hakkını alabilmesi için zor ve bedelleri ağır olan bir mücadele yürütmektedir. Bu mücadele geçmişi sonucunda önemli bir kadın bilinci oluştu.
Kadınların globalizmin dünyayı betonlaştırarak yaşanamaz hale getirmesine, ormanları yağmalanmasına, ekolojik sistemi yok eden, denizleri ve akarsuları kirleten uygulamalara karşı sesi gittikçe artmaktadır.
Tüm bunlara karşın, kadınlar yarınlara umutla bakmaktadırlar. Çünkü umudun ortaklaşa sarılacakları büyülü bir kavram olduğunu biliyorlar. Yani umutlu olmaya mahkûmlar. Çünkü umudun kaybedildiğinde, yaşama dair bir şeyin kalmayacağının bilincindeler.
Kadınlar kaybettiklerini yeniden kazanmak; erkeklerle eşit ve özgür yaşam birlikteliğini kazanmak için mücadele ettiklerini de görmekteyiz. Toplumsal bir sorun haline gelen kadına şiddete karşı sadece kadınlar değil şiddete karşı olan erkeklerin de kadınlarla birlikte mücadele ettiklerinde bu şiddet dalgasının önü kesilebilir. Yoksa kanayan bir yara olarak devam edecektir.
Umut, yaşam ve sevginin sürdürebilmesi için; kadınların 8 Mart’ı şimdiden kutlu olsun.