Ahmet Davutoğlu, Genel Başkan ardından Başbakan olacak.
Sonra ne olacak?
Sonrası sıkıntılı gibi bir duruma işaret ediyor.
Beklenen bir ‘atama’ olmakla birlikte genel kabul gören bir vaziyet olmadı.
Ortadoğu’daki dengeler açısından ise hiç ‘şık’ olmadı.
Kimin dengesi açısından ‘şık’ oldu yâda olabilir?
IŞİD mesela.
Davutoğlu, şimdiye kadar IŞİD için terörist diyemedi
Reaksiyoner bir hareket olarak nitelendirdi.
Sünni Arapların dışlanmışlık öfkesinin dışa vurumu gibi bir şey olmuş.
Yaramaz çocuk misali, saçını başını okşarsan normale döner gibi bir durum!
Rehabiliteye ihtiyacı olan bir grup şımarıklık yapıyor işte!
Hoş görelim, düzelirler!
IŞİD’in reaksiyoner öfkesi bitmiyor. Anladık, Irak’ta Sünni dışlanmış nedeniyle böyle bir reaksiyon doğdu da, neden sınırları aştı, sadece Kürtlere, Türkmenlere ve Ezidilere yönelik katliamlara dönüştü?
49 konsolosluk görevlisini rehin almak gibi bir şımarıklık gösteren IŞİD’in Türkiye’ye talepleri arasında Davutoğlu’nun genel başkan ve başbakan olması gibi şartlar söz konusu olabilir mi acaba?
Akabinde Süleyman Şah türbesi ve toprakları.
Neden olmasın?
Suriye yönetimi ve Beşşar Esad ile hesaplar henüz bitmedi ki. Türkiye’nin Suriye’deki politikasının henüz iflas etmediğine dair yeni bir atraksiyon yapmak üzere IŞİD’li şartlar da hazır ise, neden olmasın!
Esad yönetimini sıkıştırmak, Kürtlerdense ‘şımarık’, ‘reaksiyoner’, ‘yaramaz çocuk’ IŞİD’le sınır komşusu olmak belki de Türkiye’nin yeni dış politikası olarak gündemimize oturabilir.
İşte, ondan sonra ayıkla pirincin küçük taşlarını.
IŞİD terörist değilse kim terörist?
PKK kastediliyor ve edilecekse, hiç değil.
Terörist olmanın uluslararası tanımı, IŞİD’e işaret ediyor.
Dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleştirdikleri katliamlar, kafa kesmeler, tecavüzler söz konusu iken, bu ucubelerin anlayışını gelip-geçici bir durum olarak görüp öyle yorumlamak onların sorumluluğuna ortak olmak anlamına gelir ki, Türkiye cumhuriyetinin laik anlayışına da ters bir durumdur.
Bu anlayış üzerine konuştuklarımızın tamamı Türkiye coğrafyası ve bu coğrafyada yaşayan halklar için giderek tehlikeli bir durum olarak karşımızda duruyor.
Önümüzdeki süreç bu nedenle çok önemli.
Özellikle HDP ve CHP’nin halklar, dinler, diller, ötekileştirilen ve ayrıştırılanlar nezdinde sorumluluğunu giderek artırması ve yükseltmesi gerekiyor. Politikalarını bu unsurlar üzerinde daha da yoğunlaştırarak, başkalarının yeni Türkiye’sine değil, halkların yeni Türkiye’sine zemin hazırlamak bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. 2015 Haziran genel seçimleri sonrasına kalındığında çok geç olabilir.