İnsan, belki de edebiyatın en çok işlediği ve işleyeceği konu. Binlerce eser bize insanların yüzlerini anlatmaya çalışıyor. Okuyoruz, dinliyoruz, farkına varıyoruz fakat yine de göremiyoruz. Farkına varmak yetmiyor bazı hatalara tekrar düşmemek için, hakikate varmak gerek. Bu hakikate varmanın yolu bana kalırsa ne çok okumaktan ne de çok gezmekten geçiyor. Hakikate varmanın yolu yaşamaktan geçiyor. Her şeye rağmen yaşamak.
Bir eyleme bir şeylere rağmen devam etmek elbette yorucudur. Birçok şeye rağmen sürdürdüğümüz eylemlerin yankı bulmaması ise kapanmaz yaralar açıyor gönlümüzde. O vakit anlıyoruz ki bizi yoran sarf ettiğimiz efor değil, insanlar. Bu yorgunluk dinlenme veya uyumayla geçmiyor, zamanla alışıyoruz. Alıştıkça “-e rağmen” eşiğimiz daha da yükseliyor. Yükseldikçe daha çok şeye katlanıyoruz fakat insanlara duyduğumuz samimiyet sahte bir kimliğe bürünüyor. Hangi av, avcısını samimi bulabilir ki?
Tüm bunlara biz, insanlar, sebep oluyoruz. Buna rağmen demeliyim ki gidecek yerimiz yok insandan başka. Birbirimizi ne kadar yorarsak yoralım yine dönüp dolaşıp insana geliyoruz. Birbirimizden vazgeçemiyoruz ve birbirimizi epeyce yoruyoruz. Peki bu durumun yarattığı kırgınlığı nasıl hafifletebiliriz? Sorumun cevabını bir şiirden aldım.
Derin bir odak ve tarifi epey zor bir yorgunlukla İsmet Özel’in Bir Yusuf Masalı’nın Birinci Bab’ını dinliyordum: Şivekar’ın Çıktığıdır. Bu sade bir dinleyişten çok yorgunluğumu paylaşacak bir destek arayışı da sayılabilir. O şahane dizelerin arasında beni harekete geçiren, yorgunluğumu unutturan ve beni düşüncelere sevk eden şu dizeler oldu:
Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat!
Hiç yoksa şu inkisarı kağıda geçir,sonuna kadar yaz.
Şair miydim bilmiyorum fakat inkisarı kağıda geçirme fikri zihnime yerleşmişti. Ruhum, bu dizeyi İsmet Özel’in bana bıraktığı bir mesaj olarak algıladı. Çok öznel bir yaklaşım, elbette farkındayım, ama şiirin gücü tam olarak burada başlıyor. Şair, kimin için yazdığını bilmeden yazar fakat ilettiği her bir mesaj alıcısına özeldir. Her insan farklı bir alem ve şiir tüm alemlere hitap eder.
“Neyin var sen de fırlat!” demişti şair. Peki neyim var bu dünyada? Neyimiz var? Bu sorunun cevabını maddi şeylerde arayacak kadar aciz varlıklar mıyız gerçekten? Tabii ki de hayır, en azından bir kısmımız. Belki de cevaplanması en güç sorulardan biridir bu. Kendi adıma cevap verecek olursam her olayın ertesinde dediğim gibi, elde var edebiyat! Bu cevabın vermiş olduğu güçle inkisarı kağıda geçirmeye karar verdim. İnsanın yarattığı yorgunluğu edebiyat kapatır nasıl olsa, yüzyıllardır olduğu gibi.
Sayfalarca yazı yazdım inkisarın peşinden. Bir sürü karakter yazdım, ömürleri uzun olmadı, sildim. Yazdığım şiirler oldu, silemedim, üstünü çizdim. Elime takılan birçok yazı oldu, yazmadan zihnimde sildim. Kelimeden kelimeye attım adımlarımı bir aralık bulabilmek için. Yorgunluğum, çoğaldıkça alıştığım bir hal aldı. İnkisarın etkisini yazdıkça daha iyi kavradım. Beni götürdüğü sonuç yine aynı oldu: İnsanız, eksiğiz.
Peki neden birbirimizi tamamlamak yerine birbirimizi eksiltmeye çalışıyoruz? Bunu cevaplamak için ömrümün erken bir dönemindeyim. Belki de bu eksiklik başka bir insanla kapatılacak gibi değil. Bilemeyiz.
Acaba bir gün bu eksiklikten bir bütün yaratır mıyız?
Ömrümüz tamamlanmadan eksikliğimizi gidermek ümidiyle. Ne kadar mümkünse…