Diyarbakır valiliği sırasında yaşananlar karşısında sakin ve olumlu tavrı ile dikkat çekmiş, olayların büyümemesi için yoğun çaba sarf etmişti. Üçüncü gününde olaylar önlenemeyince askerin ısrarlı ‘Vur emri’ ile kente inme teklifine karşı çıkmış, sorunu sivillerle çözmüştü.
Eylemcileri ikna etmek üzere dönemin Belediye Başkanı Osman Baydemir, Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu ve Vali Yardımcısı Ahmet Aydın görev üstlenmişlerdi. Yapılan görüşmeler sonucu sorun çözülmüş eylemlere son verilmişti. Askerde kente girmemişti.
O günlerin Diyarbakır valisi, şimdinin İçişleri Bakanı Efkan Ala, belki de İç işleri bakanlığının yolunu açan, her kesim tarafından önemsenen şu cümleleri sarf etmişti;
‘Cana geleceğine mala gelsin’ (Yıl 2008)
Efkan Ala’nın o gün kullandığı bu anlamlı, sakinleştirici açıklaması iki gün öncesine kadar da çok anlamlıydı, ancak son yaşananlar karşısında yaptığı;
‘Karşılığı misliyle verilir’ (yıl 2014)
Açıklaması, bir öncekinin anlam ve önemini de ortadan kaldırıyor.
Bakan Ala’nın Diyarbakır valisiyken yaptığı açıklama askerin kente inmesini engellemişti, İçişleri bakanı olarak yaptığı açıklama ise, askerin kente girmesine zemin hazırladı.
Bu hatırlatmayı neden yaptım?
Diyarbakır’ı ve bölgeyi çok iyi bilen, tanıyan, çözüm sürecinin parametrelerine hâkim olan bir devlet adamının valiyken ortaya koyduğu tavır ile İçişleri bakanı pozisyonunda sergilediği tarz arasındaki çelişkili durumu tahlil etmekte yarar var.
Çözüm sürecinde mesafe kat edilip edilmediği çerçevesinde durumu masaya yatırdığımızda, yapılan iki açıklamanın içeriğinden mesafenin kat edilip edilmediğini çok net görmek mümkün.
Açıklamalardan ilki sakinleştirici
İkincisi kışkırtıcı
Yasakları ortadan kaldıran bir iktidar olarak övünen AK Parti’nin bu noktaya geleceğini birileri tahmin edememiş olabilir, hatta mümkün görmeyenlerde olabilir. Ancak, kendilerine göre planladıkları alacaklarının tümünü tahsil ettikten sonra böyle bir noktaya geleceklerini bilen ve tahmin edenler vardı, gelinecek bu noktaya işaret ediyorlardı. Bunu yapanlar, taraflarca ‘vatan haini’ gibi görüldü, devre dışı kalmaları için her yol denendi.
Faşizmin ayak seslerinden rahatsız olmayanlar, doğaldır ki postalların altında ezilmeye mahkûm olanlardır. Rahatsız olmayıp, iktidarın devam değirmenine su taşıyan, hatta Cumhurbaşkanı katına ulaşma çarkını döndürenlerin önemli bir kesimi Kürtler oldu.
Şimdi, ‘kandırıldık’, ‘oyalandık’ diyorlar.
Onlarda böyle olacağını söyleyen dostlarına kızıp, devre dışı bıraktılar.
Kürtler şimdi; iğne-çuvaldız meselesinin tercih noktasında duruyor.
Bence tereddüde hiç gerek yok.
İğne aşaması geçti, ilk tercih çuvaldız olmalıdır!