İlk adımı Sümerler‘de atılan devlet sistemi kendini büyütür. Sümer zigguratında bunun ideolojisi ve felsefesi oluşturulur. Bu, teolojik bir yapılanmadır. Bu yapılanmaya uygun kurumlar geliştirilir. Teolojinin, ideolojik bir güç olarak yaşama sokulması, insanlar üzerinde ciddi bir etki yaratır. Buna itiraz yoktur. İtiraz, tanrı buyruğunu yok sayma olarak kabul edilir. İdeolojilerin katı bir inanç haline gelmesi de bu nedenledir. Kökleri buraya dayanır (Bunlara da da itiraz pek yapılmaz, yapılamaz). Bu, içselleştirilir. Bu döneme köleci toplum denmesi bu nedenledir. Bu durum Mısır’da, ilerleyen dönemlerde Hindistan, Çin gibi uygarlıklarda da yaşanır. Bütün uygarlıklar temellerini bunun üzerine şekillendirir. Hukuk kuralları ile ahlakın oluşması yine bürokrasi ile politik oluşumlara gidilmesi bu dönemlerin ürünüdür. Sınıf ve sınıfsal kentleşmeler bu zemin üzerinden doğar. Devletin, kendini inşa etmesi ancak kent gibi daha büyük bir mekânla mümkündür. Sistemin bilme gücünü elinde tutacak politik yönetici, bu gücü inandırıcı hale getirecek teolojik kurum ve temsilci ve bunların yetmediği yerdeyse hem içe ve hem de dışa karşı koyucu asker-ordu oluşumları boy verir. Bu örgütlenmeler hep geliştirilir. Teorik ve inanç örgütlenmeleri ile tüm bunlar pekiştirir.
İnsanın İnsan Olmaktan çıkması
Sermaye ve iktidar grupları insanı insan olmaktan çıkarır. Tekelleşen bu gücün birikimlerini göz önüne getirdiğimizde, insanın insan, toplumun toplum olmaktan çıkma durumunu daha iyi görülür. İnsan, insan olmaktan çıkınca, geriye pek bir şey kalmaz. Kalanlar ise toplum ve insanı kurtarmaya yetmez. Tekleşen ve tekelleşen grupların temel amacı tüm yaşamı gasp etmek olduğundan, insanlıkla alakalı tüm değerler ayaklar altına alınır ve çiğnenir. İnsan olma adına ne varsa ortadan kaldırılır. Bunun yerine konanlar ise her türlü kötülüğün, çirkinliğin, zulmün ve işkencenin meşrulaştırılmasıdır. Tüm bunların binlerce yıllık uygulamalarını düşündüğümüzde insan ve toplumun ne hale geldiğini daha iyi görebiliriz.
Daha Somut Haliyle İnceleme
İnsan toplumunun önemli birimi olan aile ve bireylerinin nasıl bir yaşam ve büyüme içinde olduğunu gözlemleyebiliriz. Yaşamın hapsedilme hali, toplumdan geriye fazla bir şey bırakmadığından, aile ve bireye düşen korku, yalnızlık, hiçlik, tedirginlik ve rahat olamamaktır. Bu durumlar toplumun yaşamı haline gelir. Aile içinde anne ve babalar kendilerini ve çocuklarını bu algı ve yaşam biçimi ile büyütmeye ve korumaya başlarlar. Bu, bireyin birey olmaktan, insanın insan olmaktan, ailenin aile olmaktan ve de toplumun toplum olmaktan çıkma halidir. Birey kendi olma halini yaşayamaz. Yani kendi olamaz. Doğru, iyi ve gelişkin bir toplum bireyi olarak büyüyemez. Aile, toplumun oldukça önemli bir birikimi olarak kendini konumlandıramaz. Ailenin bu konumu, huzursuz, korkularla güç olma hali toplumu temellerinden sarsan, bozan, yıkan bir hale dönüşür. Bu yaşam biçiminde birey, korkularının ve çaresizliğini esiridir. Bu esareti de iktidar olma ile aşmaya çalışmaktadır. Toplumun tüm kesimlerinin hem özne ve hem de nesne olarak yaşamaları bu paradigmanın tüm toplum birimlerine yedirilmesinden kaynaklanmaktadır. Güç ve iktidar olma hali herkesin herkes üzerinde denediği ve uyguladığı bir yaşam haline dönüştür.
Devrim ve Devrimci Hatası
Devrimler hep hatalı yapılmıştır. Devrimin hatası, devrimcilerin çıkışından ve yaşamından kaynaklıdır. Devrim yaşamında yer alan birey, yaşadıklarının farkında ve bilincinde olmadığından, gelmiş olduğu sistem algısını devrimci ortamlara taşır. Doğal gelişim bütünlüğüne kendini arındırarak ve farkındalık yaratarak katılmaz. Önceki algı ve alışkanlıklaryla katılır. Hatta bunda direnir. Güç oluşturmaya çalışır. Başaramadığında siner, geri çekilir ve bu dayatmaları erteler. Değişmek ve dönüşmek için yapılması gereken sorgulama pek oluşmaz veya gecikmiş haliyle oluşmaya başlar. Bu da hatalı yapılır. Çünkü kendine dönmek yoktur, kendini bilmek, kendini anlamak yoktur. Bu durumlar halsiz, mecalsiz kalmaya, moralsizliğe, kırılmaya, dağınık olmaya ve boş vermeye kadar götürür ya da en sert uygulamalarla ilerlemeye çalışır. Sorunun nedenlerine inilmediğinden, yaşanan problemler sorunsallaştırılmadığından, içe dönük sıkıntılar büyümeye devam eder. Yaşanan bu zorluklar en nihayetinde suskun kalmayı, içe dönmeyi getirir. İçsel dönüşüm olmayınca devrim nihayetinde sönükleşir.