VİDEO - İki dilde yazmak ve yaşamak

Edebiyat dünyasının yakından tanıdığı şair Lal Laleş ile son yazdığı ‘Nora İstanbul Bir Hiçtir’ şiir kitabı, edebiyatı ve yayıncılık hayatı üzerine konuştuk.

Mümin Ağcakaya - Özel

TİGRİS HABER - Kurucusu olduğu Lis Yayınevi’nde yüzlerce kitabı okuyucuyla buluşturdu. Çok sayıda eseri Kürtçeye çevirdi. Kendisi de yazdığı Kürtçe şiirleri ile tanınıyor. Edebiyat dünyasının yakından tanıdığı şair Lal Laleş ile son yazdığı ‘Nora, İstanbul Bir Hiçtir’ şiir kitabı, edebiyatı ve yayıncılık hayatı üzerine konuştuk.

Uyandım şafak söküyor / Aklımda gün batımı. / Kaç hayat yaşadık beraber / benim bilmediğim? / kaç aşkın gündökümü / Kulağıma fısıldadığın sûret uğruları...

Lal Laleş Kürtçe şiirleri, Kürtçe çevirileri ile aynı zamanda kurup, yönettiği Lis Yayınevi sahibi olarak Diyarbakır’da kitapseverlerin tanıdığı bir isim. Laleş, son olarak Türkçe kaleme aldığı ‘Nora İstanbul Bir Hiçtir’ şiir kitabı ile okuyucusuyla buluştu. Şair, çevirmen ve yayıncı Lal Laleş hayatını, edebiyatla kurduğu ilişkiyi, sanat hayatını ve eserlerini şöyle anlattı;

DİYARBAKIR’DA EDEBİ DÜNYAM VE ANA DİLİM GELİŞTİ

“1975 Mardin Kızıltepe doğumluyum. Mardin Ovası'nın kurak Suriye sınırına yakın bir köyünde doğdum. İlkokula kadar da köyde yaşadım. Ortaokul ve liseyi Kızıltepe’de bitirdim. Daha sonra Diyarbakır'da Dicle Üniversitesi Tarih Bölümünü okudum ve Diyarbakır'a yerleştim. Diyarbakır'da edebiyat, sanat ve tiyatro ile uğraştım. Tabii Diyarbakır dokusuyla, mimarisiyle sahip olduğu kent kimliği, havası ve insanın zihninde biriktirdiği anılar ve anlatılarıyla çok muazzam bir zenginlik. Ben kişisel olarak kendi edebi mirasımı iki önemli dönem üzerine oturtuyorum. İlki Mardin'in kurak bir ova köyünde dinlediğim söylenceler, masallar, dengbej anlatıları ve Kürt medrese kültüründen gelmiş olan babamın, âlimlerin ve ediplerin şiirleri ile geçen çocukluğum. Bu dönem biraz hem Kürtçe'nin hem de Kürtçe sesin doğasının zihnimde, kalbimde ve aklımda büyük bir yer tutmasını sağladı. Bir açıdan da Kürtçe'nin efsunlu, yer yer sürreel güçlü sözlü anlatısının sonraki dönemlerde benim düşünce, görme biçimimi belirlediğini düşünüyorum. Dönüp baktığımda oradan aldığım Kürtçe terbiye ile Diyarbakır'a geldiğimde dünya ile tanıştım. Yani lise yıllarında elbette dünya edebiyatını okuyordum ama asıl dünya ile tanışmamı sağlayan Diyarbakır oldu. Diyarbakır aslında uçsuz bucaksız, her yere açılan muazzam bir coğrafyadır. Diyarbakır içine doğduğum edebi dünyayı ve dili zenginleştirmeme olanak sağladı.

Diyarbakır’a yerleşip, üniversiteye başlaması ile sanat ve edebiyat hayatının nasıl başladığını ise şöyle anlattı;

 “Tiyatro ile uğraştım. Uzun yıllar Diyarbakır'daki çeşitli tiyatrolarda rejisör, dramaturg, sanat yönetmen olarak çalıştım. Tiyatro Anadolu'dan başlayarak İmgesel Düşler ve Teatre Orient adlı tiyatro çalışmaları yürüttüm. Bir taraftan tiyatro ile uğraşırken bir taraftan da ana dilimde şiirler yazmaya başladım. Zaten tiyatroyu Türkçe yapıyor, şiirlerimi Kürtçe ve Türkçe yazıyordum. Kürtçe'nin o dönem içinde bulunduğu durum ve çocukluğumdan beri bende biriken o imge dünyasının bir şekilde modern bir formda karşılık bulduğu ilk kitaplarımı 2003 yılında Berbejna Rê(Yol Kolçağı), 2009 da Deqên Qesas (Katil Dövmeler), 2011 yılında Matmayînên Ronyayê, (Ronya ve Afallamaları) yayınladım.

Şu an; ‘Nora İstanbul Bir Hiçtir’le 4. kitabım yayınlandı. İlk 3 kitabım Kürtçe idi son kitabım Türkçe. Elbette iki dilde düşünmek, iki dilde yazmak, iki dilde yaşamak bir zenginlik ve çok kıymetlidir. Kendi adıma farklı dillerde farklı sözcüklere ve o sözcüklerle insana doğaya hayata temas edebildiğim için çok şanslı, güçlü ve mutlu hissediyorum.” diye anlatıyor.

LİS YAYINEVİNİ KURDUK

Lal Laleş yayıncılık hayatına nasıl atıldığını ve bu sürecin nasıl geliştiğine ise şu sözlerle anlatıyor;

“ OHAL’in kalktığı, Kürtçe üzerindeki baskıların hafiflediği dönem sonrası Diyarbakır'da ve Diyarbakır'ın dışında Kürtçe düşünen yazarların kitaplarını yayınlamak, Kürtçe yayınlanmış kitapları yeniden okurlarla buluşturmak gibi bir niyetle Lis Yayınevi’ni 2004 yılında kurduk. Kuruluş aşamasında elbette Diyarbakır'da yaşayan bazı aydın entelektüellerle bir dizi görüşme ve toplantılar yaptık.  Kent için nasıl bir yayınevi modeli istedikleri üzerine bir çalışma yürüttük. Elbette Diyarbakır'ın dışında da İstanbul ve başka yerlerde de yazar arkadaşlarımızla birtakım görüşmeler yaparak Lis Yayınevi’ni kurduk. O dönemde de temel ihtiyaçlarımız olan hem bölgedeki yazarların kitaplarının basılması hem dünyanın dört bir yanına dağılmış Kürtçe'nin temel eserleri olarak kabul ettiğimiz çoğu yaşamayan yazarların kitaplarını yeni edisyonlarla toparlayıp derleyip basmak hem de dünya edebiyatını Kürtçeye kazandırmak amacıyla yayın hayatına başladık. Bu dönemde başta Diyarbakırlı yazarlar olmak üzere Kürtçe ve Türkçe ilk kitaplarımızı yayınlamış olduk. Bugün itibariyle baktığımızda Diyarbakır merkezli Lis Yayınevi’nin 550 küsur kitabı var. Bunların yaklaşık % 75’i Kürtçe, geri kalan kısmı çok dilli, iki dilli Türkçe kitaplar olarak okuyucuyla buluştu. Lis Yayınevi kendi entellektüel ve kültürel çalışmalarını sadece yayıncılıkla sınırlı tutmadı. Yayın evi olarak faaliyet gösterdiği dönemlerde gerek kendi yazarlarının ve gerekse de Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yaşayan Türkçe ve Kürtçe yazan yazarlara dair Diyarbakır'da çeşitli etkinlikler, aktiviteler yapıyordu. Biz bu çalışmaları geçen yıl Wêjegeh Amed Diyarbakır Edebiyat Evi ile edebiyat, kültür, dil, sanat ve sinemanın tartışıldığı açık bir kültür sanat mekânına taşımayı hedefledik. Fakat pandemi koşullarından dolayı bir ay kadar açık kalabildi. Zaman zaman pandeminin etkisinin azaldığı dönemlerde yazarlarla bahçe buluşmaları gerçekleştirdik. Ama esas çalışmalarımız online bir şekilde sürüyor.”

NORA FARKLI DİLLERDE FARKLI ANLAM TAŞIYOR

İki gölgenin kesiştiği yerde/ Ardımıza bakmadan/ Güle adanan rüzgarı/ Kum kederini/ Arnavut taşları döşediğim menzili/ Uzak ovanın buğday tenini alıp/ Bir aşk ile iki güneş arasında/ Geniş bir kavis çizerek/ Saat başı susan saatlerime/ Tavus işlemeli yatağıma/ Dönüyorum / Sen hafıza çekmecesine saklanıyorsun.

‘Nora İstanbul Bir Hiçtir’ son şiir kitabı ile bir aşk anlatısının içinden Diyarbakır ve İstanbul’un kentsel mekânları arasında tarihsel kültürel bir yolculuğa çıkardığı kahramanı Nora’nın tesadüf mü yoksa seçili bir kahraman mı olduğunu sorduğumuzda;

“Nora aslında içinde birçok duyguyu barındıran bir tema bir imge. Farklı dillerde farklı anlamları olan bir imajdır. Bir dilde baktığında güneş manasına geliyor. Bir dilde baktığında soğuk, tam tersi bir manaya geliyor ama esas itibarıyla içinde bir dinamizm, bir farklılık daha doğrusu içinde bir yaşam var ve içinde yeniden kendini üreten bir sözcük olarak gördüğüm için kahramanıma Nora ismini koydum. Esasında bu kitap bir İstanbul anlatısıdır. Hem mekân olarak hem tarih hem de duygu olarak bir İstanbul anlatısıdır. Nora üzerinden İstanbul'u, İstanbul üzerinden de Nora’nın düşünce ve duygu dünyasını anlatmaya gayret ettim. Doğal olarak da çıkış noktam elbette Diyarbakır'dı ve kitabın temelini oluşturmaya Diyarbakır’la başladım. Hakikat Taşları aslında Diyarbakır'ı anlattığım bölümdür. Taş ve Nefes’te yoğun bir şekilde Diyarbakır’ı, Diyarbakır'ın coğrafyasına dair metaforların muazzam dünyasını okur görmüş olur.”

‘AŞKLA BİRLİKTE BİR İSTANBUL ANLATISIDIR

Şiirlere baktığımızda önce bir aşk hikâyesi olarak dikkat çekiyor. Fakat şiirleri okumaya devam ettikçe Diyarbakır ve İstanbul arasında tarihsel kültürel bir yolcuğa çıkıyoruz. Aşk ve mekân arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Bu metnin dünyasını inşa ederken ben, hem aşka dair hem hayata dair hem de bir mekânın insanı nasıl dönüştürebileceğini, bir insanın mekâna neler katabileceğini, yer yer tarihin derinliklerine uzanan bu coğrafyanın farklı anlam evrenlerini de içine alan bir yerden kurmaya çalıştım. Aslında insanın mekânı, mekânın insanı ne kadar yüceltebildiğinin bir tür fotoğrafını çekmek istedim. Bu çok parçalı fotoğrafın parçalarını bir arada tutan temel iskeleti de aşk üzerine kurdum. Sonuç olarak da ‘Nora İstanbul Bir Hiçtir’ ortaya çıktı. Nora’yı İstanbul'dan, İstanbul'u Nora’dan mekân ve tarih dünyasını aşktan ayırdığın zaman, metin eksilecektir. Bunlar birbirini tamamlayan parçalar.

Bir insanın yaşadığı mekânın tarihsel özellikleri ve geçmişi göz önünde bulundurulduğunda; yaşadıkları, yaşadığı aşklarla bütünleştiğinde değeri niteliği daha mı artıyor?

Mekânı anlamlı kılan insanın yaşantısıdır, duygusudur, anılarıdır. Biz hatırladıklarımızdan ibaretiz aslında.  Doğduğumuz günden yaşadığımız ana kadar, biriktirdiklerimizin toplamıyız ve bu aslında insanın bütün duygu ve düşünce dünyasını inşa eden anlardır. Dolayısıyla burada şöyle bir yerden de bakmakta fayda var; insanın kendi yaşantısı ile kurgusal olarak inşa edilen o gerçeklik arasındaki kıyas yapıldığında yazılan şeyin gerçekliğinin daha büyük ve daha kalıcı olduğunu düşünüyorum.  Yani kalıcı olan ‘Nora İstanbul Bir Hiçtir ’de metin içindeki gerçeklik duygusudur. Bunu Yaşar Kemalin İnce Memed’inde de görürüz. Orada bir kahraman figüründen öte bir hakikat parıldar.

Yaşanılan mekânın tarihsel ve kültürel geçmişi, zenginliği aşka da farklı bir zenginlik mi katıyor?

Elbette çok doğru ama bir taraftan da hayat başka akıyor. Kişisel tarihimiz, içinde bizi mutlu veya mutsuz eden anlar taşıyan bir kurgudur. Bir taraftan da o büyük tarihi akış vardır. Biz o akışın içinde sürekli karışan, dönüşen küçücük bir hareketiz. Büyük akışı var etmek için orada bulunuyoruz. Fakat bir yanıyla da o büyük akışa yön veren bir şekilde o küçük dünyalardır da. O açıdan baktığımızda İstanbul'u İstanbul yapan kentte yaşayan insanların duygularıdır, yaşantılarıdır. O insanların orada ürettikleri her şeydir. Elbette küçük insanın yaşantısını büyük fotoğrafın bütünlüğü içerisinde ele almak gerekiyor. Böyle daha anlamlı olur. Sonuçta yaşadığımız coğrafyadan kendimizi soyutlayamayız.  Geçmişin yaşantıları ve izlerinin üzerimizde bir etkisi varsa ilişkilerimize ve aşklarımıza da bir değer katar.

Ateşler yaktım senin için/ İnsanın içini bakışların gibi ısıtan ürperten ateşler./ Kurutulmuş kavun kokusunu sardım sesine/ Elin elimde yamaçtaki dut ağacına yürüdük.

İnsanı soyutlayarak sadece iki kişi arasındaki ilişki ve duygular olarak ele almak çok kuru ve eksik olur. İki insanın karşılıklı kurduğu cümlelerden ibaret bir aşk ilişkisinin iç içe geçtiği mekândan, o iki insanın dışında akan psikolojik sosyolojik ve siyasal dünyadan bağımsız olarak kendini var etmesi mümkün değildir. Aslında insanı; yaşadığı mekândan ve o mekânda cereyan eden toplumsal hadiselerden çekip aldığımızda, balığı sudan çıkarıp ölüme terk etmek gibi bir şey olur. Bütünlüklü düşünmek gerekiyor.

İlişki dediğin beraber izlediğin bir filmdir, yürüdüğün bir yoldur. İçtiğin bir kahve veya yemektir. İlişki dediğin biraz da aktiviteler tarihidir. Veya gezindiğin bir diyardır.

Kitabın ismini Nora İstanbul Bir Hiçtir derken neye daha çok gönderme yaptınız?

Kitapta geçen şiirlerde daha çok aşka mı mekânlara mı daha fazla göndermeler yaptınız?

" Aşkta güneşin düştüğü yeri arıyordun. Buldun mu?"

Kitabın içeriğini çok açtığım zaman okuyucuya bir yerde haksızlık etmiş oluruz. Ama zaman zaman sevdiğimiz şeyleri tersten kurup aslında gök kubbenin en ulvi yerine yükseltiriz ya da yüceltiyor gibi yaparak aslında ayaklarını yere indiririz. İstanbul'u bir aşk hikâyesi etrafında kurgularken o dünyanın içinde büyüklüğü ile şişliği arasında gerili iplere dizdiğim düşünceler, imgeler, fotoğraflar üzerinden kendi İstanbul'umu anlattım. ‘Hiç’ dediğimiz şey çok büyüktür veya çok büyük dediğimiz bir şey bazen bir hiçe dönüşür.

Şiirlerini genelde Kürtçe yazıyordun şimdi Türkçe yazmanı nasıl değerlendiriyorsun?

Ben iki dilli yaşayan bir insanım. İki dilde düşünen ve hayatını iki dilden genişleten bir insanım. Bu hikâye bana kendini Türkçe yazdırdı. Şu an nasıl yazmaya çalıştığım romanlarım veya başka şiir kitaplarım kendini bana Kürtçe yazdırıyorsa elbette iki dilde yazmaya, iki dilde düşünmeye iki dilde yaşamaya devam edeceğim. Bu kitabın hikâyesi, kurgusu ve edebi dili beni böyle yönlendirdi. O anki duygu dünyam, mekân, hikâye bütün bunlar bu dilde yazmak bana daha fazla keyif verdi.  İyi ki de bu dilde yazmışım diyorum. Çünkü ben bu kitabı Kürtçe yazsaydım beni bu kadar memnun etmeyecekti. Nitekim dönüp baktığımda mesela ‘Katil Dövmeleri’ Türkçe yazamayacağım gibi.

ÇOK DİLLİ OLMAK EDEBİYATTA ZENGİNLİK SAĞLAR

Edebiyatta birden fazla dille yazması yazara ne tür artılar kazandırıyor?

Bir kere iki dilin olanaklarını, dağarcığını, duygu yükünü, anlam yükünü birbiriyle çarpıştırmak, oralardan yeni kıvılcımlar, yeni anlamlar üretmek başlı başına büyük bir zenginlik ve keyif. Ben melezliğin çağımızın büyük bir kazancı olduğunu düşünüyorum.  Aslında ebru sanatı gibi, yer yer insanın hallerinin, bir takım özel anlarının birbirinin içinde akışkan halde var olmasının kıymetli olduğunu düşünüyorum. Aslında kendi özerkliklerini, özgün hallerini koruyarak iki dilin birbirine katkı sunmasını kendi edebiyatımda denediğim ve kendi dünyamda da yaşadığım için mutluyum. Çok dillilik ve çok dil bilme daha zengin düşünmemizi ve üretmemizi sağlıyor. Birden fazla dil bilmenin birden fazla dilde üretmenin aslında bir dünya vatandaşı veya bir dünya edebiyatının inşasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. 

Mezopotamya’dan göçmüş halkların dillerini duyduğum zaman o dilde konuşan insanlarla karşılaştığım zaman o seslerin azalmış eksilmiş olmasının sızısını kalbimde çok net hissediyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Özel Haber-röportaj Haberleri