Oruç, yani belli bir zaman dilimi içinde ruhu ve bedeni terbiye etmek.
Halk tabiriyle “nefsine hakim olmak”.
Benim bildiğim bir çok inançta yeri olan bir inanç temelli ritüeldir oruç…
Peki gündelik hayatta böyle mi?
Hiç değil.
Şöyle bir çevrenize bakın!
Ne kadar da çok sayıda insan, tuttuğu orucun ne denli zor şartlar altında tutulduğundan dem vuranlar var.
Sıcaktan, susuzluktan, açlıktan şikâyet edenler! Kışın oruç tutmanın daha kolay olduğunu dillendirenler filan!
Ramazan ayında birçoğumuz oruçlu olsak da olmasak da sıkça iftar sofralarına davet ediliyoruz. Bu sofralar bir aile ortamında ev muhabbetinde olduğu gibi, daha çok da iftar menüleriyle zenginleştirilmiş restoran ya da otel salonlarında yapılıyor.
Doğrusu o iftar menülerini gösterişli salon ve sofralarda gözlemlediğimde ortada sahici bir yanlışın, çelişkinin olduğu hissiyatına kapılıyorum.
Oruç tutan insanın gündelik hayatını aynı tempoyla sürdürmesi gerekir. Yani işini aksatmaması gerekir.
Oysa gerçek hayata baktığımızda Ramazan ayı geldiğinde adeta fiili bir ilan edilmemiş tatil yaşanıyor kurumlarda. Mecburen işe gitmek durumunda olanlar da “bana karışmayın, orucum” veya “ona karışmayın o oruç” sözü çokça duyduklarımız.
Oruç tutanın inancı nedeniyle tahammül gücünün üst seviyede olması gerekir. Bu da gündelik hayatta çok na mümkün! Oruçluların çoğunun pek geçimsiz ve huysuz oldukları sıkça tanık olduğumuz gerçeklik.
Ve elbette oruçluların gündelik hayatta gıda tüketimine çok daha fazla meyilli oldukları bir gerçek. Kıtlıktan çıkmış gibi evlerine yiyecek içecek taşıyorlar.
Ve bütün bunların en tavan yaptığı nokta ise otellerin, lokantaların iftar sofraları! Bu sofralarda iftarla ifrat birbirine karışıyor. Artakalan, çöpe giden, israf edilen onca yiyecek, içecek.
Ve en vahimi de her gün o yiyecek içecekleri evlerinde yiyebilme olanağı olanların o iftar sofralarına “hayır işleniyor”muş gibi ısrarla davet edilmeleri. Ve de ilgi gösterilmesi!
Doğrusu, galiba bir yerlerde bir borç eda ediliyormuş gibi oruç tutulurken aslında tam tersi yapılıyor.
Her ramazanda evindeki iftar sofrasına mahallesinin bir yoksulunu davet etmekten, çevresindeki varsıla varsıllığının gereği zengin iftar menüsünü beş yıldızlı otelde paylaşma gösterisine dönüşen bir oruç ritüeline dönüştü bu iş.
İçime sinmiyor. Dolayısıyla davet edildiğim birkaç iftar yemeğine bahane uydurup gitmedim.
Her an her gün o yiyecekleri yeme fırsatını bulabilenler yerine, bihakkın oruç tutup akşam mütevazı sofrasına oturanlarla paylaşımın kıymeti kanımca çok daha anlamlıdır…
Oruç ayının tam da ortasına denk düşen bu günlerde birkaç gündür düşündüklerimi paylaşayım istedim.
Şeyhmus Diken 13.07.2014 Diyarbekir