İDEOLOJİLERİN TUTSAĞI OLMAK

Ali Haydar Üzülmez

Doğmaya dönüşen ideolojilerin insanları nasıl esir aldığını, herhangi bir ideolojiye bağlı/bağımlı olan bir insanın nasıl akıl mantık yürütemez hale geldiğini gerçek hayattan örneklerle sizlere anlatmaya çalışacağım.

Birinci örnek, Arnavutluk’ta Enver Hoca döneminde uygulanmaya konulan Arnavutluk’a özgü sosyalist modelle ilgili. 12 Eylül öncesi Halkın Kurtuluşu hareketi,

(Mart 1980'de partileşme kararı alıp Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP) adını almıştır.)

Arnavutluk modelini canhıraş savundu ve o nedenle diğer devrimci örgütlerle çatışmaya girdi, bu çatışmalarda onlarca insanımızı kayıp ettik.

Arnavutluk’taki sosyalist sistemin çözülmesi ile birlikte önce Tiran Belediye Başkanlığını, daha sonra Arnavutluk’ta başbakanlık yapan Edi Rama anılarını yazdığı “Kurban” kitabı İletişim Yayınları tarafından yayınlandı. Edi Rama’nın anılarından iki bölümü siz okuyucularıma aktarmak istiyorum. Edi Rama, mealen anılarını şöyle anlatıyor: “ Tiran belediye başkanlığını kazandıktan sonra belediye binasına gittim, eski rejimin -yani sosyalist rejimin- tüm bürokratları tedirgin bir şekilde beni, belediye binasında ayakta karşıladılar. Onları selamlayarak başkanın odasının olduğu ikinci kata çıktım, ikinci katta da çalışanlar beni ayakta karşıladılar onlara da selam vererek başkanın odasına girdim, odaya girdiğimde ilk gözüme çarpan yerde iki tane renkli plastik leğendi. Bunlar nedir diye sordum? ‘Başkanım, ödenek olmadığı için binamızı tamir edemedik o nedenle yağmur yağdığında tavandan su damlıyor, bu leğenleri bunun için koyuyoruz’ dediler. Belediye başkanlığını aldığımda durumuz bu haldeydi”diyor Edi Rama. Bu satırları okuduğumda, cidden sarsıldım, inanamadım, dakikalarca kendime gelemedim. Nasıl olur? diye evin içinde gezinip durdum. Geçmişe gittim, anılara daldım. Biz neyin mücadelesini verdik? Bunun için mi yıllarca mücadele ettik? Sosyalist bir ülke ve onun başkenti Tiran Belediyesi ve belediye binasının içler acısı durumu.

Sonra kendi kendime demek ki sosyalizm, teoride söylendiği gibi pratikte olmamış; katı Marksist ideoloji bizi tutsak edip, körleştirdiği için de bütün bu gerçekleri o dönem görememişiz, diye kendimi rahatlattım.

Devam edelim, Enver Hoca Arnavutluk Komünist Partisi (daha sonra 1948'de Arnavutluk Emek Partisi adını aldı) merkez komitesini ayakta sıraya dizip kapalı salonlarda halk toplantıları yapıyor. Halk yöneticilere alanları ile ilgili sorular soruyor. Enver Hoca soruların cevabını beğenmediği zaman yöneticileri aşağılıyor, küfür ediyor ve halkın önünde onları tokatlıyor. Bunu da halk adına yapıyor. İşte size geçmişteki komünist partilerimizin demokratlığı. Katı despot ideolojinin yöneticilerimizi getirdiği durum. Ve bizler -ayrım yapmaksızın bunu söylüyorum- bu diktatörleri, partileri ve kurdukları düzeni sosyalizm adına sorgusuz sualsiz kabullenip ne yazık ki o yıllarda savunduk. Demek ki katı dogmatik komünist ideoloji o dönem bizleri kör ve tutsak etmişti.

İkinci olay, benim için en iyi, en ideal, en dürüst katıksız bir numara devrimci olan Ernesto Che Guevara ile ilgilidir. Onunla ilgili olayı ikinci eşi Aleida March’ın Guevara’yla geçirdiği 6 yılını anlattığı anı kitabı “Evocation” (Anımsama) kitabından vereceğim. Aleida March, mealen şöyle anlatıyor: “Che, Batista diktatörlüğüne karşı gerilla mücadelesi veren Fidel Castro’nun yeni, küçük partizan gurubuna katılıyor. Ormanda( Batista birliklerinin giremediği yerler) Che’nin yönettiği bir birlik oluşturuluyor. Birlik gündüz operasyona çıkıyor, akşam kaldıkları kampa dönüyor. Sayım yapılıyor, nöbetçiler belirleniyor ve dinlenmeye, uykuya geçiliyor. Sabah kalkılıyor, birlik operasyona hazır bekliyor; Che, tekmil alıyor. Tekmilde akşam sayımı yapılan bir litre sütün olmadığı söyleniliyor; Che, ‘sütü kim aldıysa üç adım ileri çıksın’ diyor. Gece nöbet tutan gerillalardan biri ileri çıkıyor ve ‘sütü nöbette ben alıp, içtim’ diyor. Che, gerillayı kenara çekerek, tabancasını çekip gerillanın kafasına bir kurşun sıkarak öldürüyor. Ve gerillalara dönerek: ‘Bu hırsız, bu gün gerillanın sütünü çalıyorsa, devrim sonrası halkın malını çalar. Onun için ölümü hak etti’ diye konuşuyor.” Bu satırları okuduğumda da sarsıldım. İnanamadım, Che gibi bir devrimci bunu nasıl yapar diye düşünüp, durdum. Hiç mi eğitim diye bir şey yoktu? Neden gerilla uyarılmıyor? Neden daha hafif bir ceza verilmiyor? Che gibi hümanist, insanlığın özgürlüğü ve kurtuluşu için kendi yaşamını, mesleğini ve makamları elinin tersi ile bir kenara iten Che, bunu nasıl yapar? diye, kendi kendime düşünüp üzüldüm. Sonuçta şu karara vardım: Demek ki Che de ideolojinin tutsağı olmuş. Ayrıca silahı eline almayacaksın, silahı eline aldın mı, orada hukuk, demokrasi ve insani değerler yok oluyor!

Üçüncü örnek, 2. Dünya savaşında Hitler faşizmine karşı mücadele veren Tito’nun kurmuş olduğu Yugoslavya’da Tito’nun ölümü sonrası devlet başkanı olan Slobodan Miloşeviç’le ilgilidir. Miloşeviç, Yugoslavya’nın dağılması sürecinde, sosyalist olmayı bir yana bırakıp katı bir Sırp milliyetçisi olarak, binlerce Boşnak Müslüman’ın katili olur. Daha sonra Slobodan Miloşeviç, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde “ ben Marksist’im, komünistim” diye savunma yapar. Görüldüğü gibi katı bir Sırp milliyetçi ideolojisi veya katı Marksist ideoloji fark etmiyor. İdeoloji aklı esir alıyor ve insanı insanlıktan çıkarıyor!..

Sovyetlerde Stalin’in ölüm kamplarını, Kamboçya’da milyonlarca köylünün, başkan Pol Pot tarafından acımasızca öldürüldüğünü, Sosyalist Romanya’da Çavuşesku’nun kendi halkına yaptıklarını, Sosyalist Bulgaristan’da 1984’de Türklerin zorla isimlerinin değiştirilmesini, ve bu günkü Kuzey Kore’de komünist liderlerin ölümünde binlerce insanın nasıl ideolojinin esiri olup histerik toplu ağlama törenleri yaptıklarını; yakın zamanda yaşayarak gördük.

Yüz yıldır Kemalist ideolojinin, çıktısı Türkçü ırkçı ideolojinin aydınlara, solculara ve özellikle Kürtlere, Alevilere neler yaşattığını tarihi kayıtlardan ve yaşayarak biliyoruz; bin yıllardır katı İslami ideolojinin Müslümanları ne hale düşürdüğü de ortada. Suudi Arabistan, İran, Afganistan gibi katı İslami ideolojilerin değişik İslami devlet yönetimleri; El-Kaide, Taliban, IŞİD, Hizbullah ve sürüsüne bereket ismini sayamadığımız veya çoğunun da ismini bilmediğimiz katı İslami ideolojik örgütlerin durumları da ortada. Bu devlet ve örgütlerde akıl, mantık, bilim, insani değerler hak getire!..

Düşünmek, fikir, yeni düşünce üretmek insanın en olumlu meziyetidir. Düşünce, fikir adına ideolojilerin esiri olmak da insanların en kötü, ahmakça yanı, hatta körlüğüdür. Doğru olan ideolojilerin esiri olmadan fikir, düşünce üretmektir. Bu da ancak, bu gün için demokrasi ile yönetilen ülkelerde oluyor.

Acilen bizler de ideolojik bağlantılardan sıyrılmalı, demokrasiye düşünce, fikir özgürlüğüne yönelemliyiz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.