İçimizden biri

Nesrin Erdoğmuş

Öykümüz şehrin dar sokaklarında yaşayan Mehmet efendinin öyküsü.

Aslinda Mehmet efendi senin, benim, bizim ailelerimizden biri.

Belki benim babamdir, belki de sizlerin babasidir, abisidir dayısıdır...

Geçimin zorlaştığı, büyüyen şehirler de, az maaşla geçinen insanların yaşamdaki kavgasıdır, mücadelesidir.

Soğuklar başlamıştı. Eve odun kömür almak gerekiyordu. Geçen seneden bir kaç torba kömür kalmıştı ama, bu sene yetmeyeceğini biliyordu.

Çalıştığı yerden aldığı maaşıyla, iki göz odaya hem kira veriyor, hem de iki çocuk okutuyordu. Yatalak annesinin, babadan kalma emekli maaşı olmasa,   çocukları okutamayacağını da eşiyle  beraber onlarda biliyorlardı.

Sabah kalkmış yine işe koyulmuştu. Bu belediye otobüsleri de, sabah sabah ne kadar kalabalık oluyordu. İtiş kalkış her gün varacağı yere kadar gitmek, sanki bedenindeki yükü daha da ağırlaştırıyordu.

Yaş elliyi geçmiş,  ama daha elin kiracılığın da kalakalmıştı.

Emekli olmayı düşünüyordu.

Belki o zaman ne yapar eder kendine küçük bir ev satın alır, elin  kiracılığından kurtulur biraz da rahat ederlerdi. Fakat bu sefer de emekli  maaşıyla nasıl geçineceğini bilemiyordu. Hal böyle olunca her gün emekliliğini de ertelemek zorunda kalıyordu.

Mehmet efendi ;

Bir pazar günü soğuk odasında uyandığında, yatağının içinden kalkmak hiç istemiyordu. Kendini bu sıcak yün yorganın içinde, müthiş mutlu hissediyordu. Yıllardır aynı yastığa baş koyduğu eşi Hanife hanımın o kendine has ses tonuyla seslenişi...

" Mehmet efendi,   hadi uyan kahvaltı hazır " deyişini duyuyordu.

Bir pazar günümüz var onu da yatarak geçirme kalk birlikte kahvaltı edelim diyordu.

Yataktaki  sıcaklığın vermiş olduğu hazla beraber...

Mehmet efendi kendi kendine düşünmeye başlamıştı.

Bu kadıncağızın ne kadar sabırlı ve özverili olduğunu biliyordu. Yıllardır hem kendine hem de yaşlı annesine karşı saygı da kusur etmemişti. Arada bir küçük münakaşalar olsa, sonunun hep tatlıya bağlanacağını biliyordu. Eşinin çocuklara karşı sevgisi de çok büyüktü. Sinirlendiğinde bile yumuşak konuşur, kimseyle kavga ortamı yaratmazdı.

Ayda ellerine geçen, üç beş lira maaşla evi geçindirir, yine de hayatından hep hoşnut olurdu.

Birden Hanife hanımın genç kızlığını düşünmeye başladı. Annesiz ve babasız büyümüş, teyzesinin evinde hep fazlalıkmış, gibi rahat edemeden, kendisiyle evlendiğini hatırlamıştı. Belki de bundan dolayı  kıt kanaat bile olsa eşi  bu yaşamını seviyor bu kanaatkar halinden asla şikayet etmiyordu.

Mehmet efendi dalıp gitmiş, bu sefer de kızının dünyaya gelişini birden hatırlayıvermişti.

Aman Allah'ım ne soğuk bir kış günüydü diye kendince söyleniverdi. İnsanlar evlerinden burunlarını çıkaramıyordu.  Fakat onlar soğuk hastane odasında kucaklarına sevgili kızlarını almışlar ismini de Nazlı bırakmışlardı.

Mehmet efendi odanın dışından gelen eşinin sesiyle bu sefer düşüncelerinden ayılıp yatağında olduğunu hatırladı.

Hanife  hanım sesleniyordu.

" Mehmet Efendi daha kalkmadin mi ?

Kahvaltı sofrasında seni bekliyoruz, ama sen hala tembellik ediyorsun "  diye... Söylendiğini duydu.

Bu sefer kalkması gerektiğini anlamış hemen sıcacık yatağından doğrulmuş ,elini yüzünü yıkamak üzere banyoya geçmişti.

Kahvaltı sofrasına oturduğunda yüzünde tatlı bir gülümse olmuş, bir eşine birde kızına bakıvermişti.  Gerçi oğlu bir başka şehirde üniversite okuyordu.  Yanların da yoktu ama, olsun üniversiteyi  okuyordu  ya.

Tekrar derin düşüncelere dalmıştı. Bu sefer oğlunu düşündü.

Uzun boylu ,esmer yüzlü, her sinirlendiğin de kapıları hızlıca kapatışını  hatırladı. Ama şimdi evden çok uzaktaydı.

Olsun diye kendi kendine sessizce söyleniverdi.

Anacığı, eşi ve kızı yanındaydı ya...

Her akşam eve geldiğinde, sıcak bir çorba sofrasında buluyor, dertleşecek günün yorgunluğunu atacak bir sesin varlığıyla avunuyordu.

Kahvaltı sofrasında Hanife hanımın sesiyle kendine geldi.

"Bey odun kömür bitti sayılır.  Annenin üç aylık maaşıyla hem oğlana gönderir,  hem de bize bir kaç torba kömür, biraz da odun alırsın " . diye kelimeler yumuşak bir şekilde ağzından dökülüverdi.

Mehmet efendi başını sallayarak onayladı. 

" Tamam hanım merak etme, maaşı alayım alacağım " diye....

Sessizce konuşmasını bitirdi.

Mehmet  efendi ;

Günlerden beri hastaneye gidip gelişini ,verdiği kan tahlillerini, sonuçların daha belli olmadığını hiç bir zaman eşine söylemeyi düşünmemişti. Evet doktor her tahliline baktıkça yeni bir röntgen istiyor, sonuçtan emin olmak için, tam  teşhis bırakmak istiyordu.

Birden ; Kendi hayatını düşünmeye başladı. Ona bir şey olursa eşi ve çocukları ne yapacaklardı.

Yine eşi bu kadar sakin ve sebatlı olacak mıydı acaba ?  Yatalak annesi ve çocukları ne yapacaklardı  onsuz...

Bir an evvel hastaneye verdiği tahlillerin sonuçlarının iyi çıkması için ALLAH 'a içinden yalvarmaya başladı. Bildiği tüm duaları okuyor, dudakları kıpır kıpır kıpırdanıyordu.

Yine düşüncelere dalmıştı.

Yaşamalıydı.

Hayatın acısı ve zorluklarına karşı direnip, evlatlarının kendi ayaklarının üstünde durmalarını sağlamalıydı.

Güç, kuvvet ve sağlığım diyerek kahvaltı sofrasında bir yatalak annesine, bir Hanife hanıma tatlı bir tebessümle de kızına bakıverdi.

Hayat böyle bir şeydi  işte...

Var gücümüzle sağlıklı, huzurlu, mutlu olabilmek için  elimizdeki  ve avucumuzdakini  vermez miydik ?

Güveni ailemiz de, eşimiz de, çocuğumuz da bulmak için çabalamaz mıydık ? 

Sevgi mi ?

Zaten insanoğlunun doğasın da var olan, o eşsiz uyguyu  içten içe beslemek  büyütmek  bizim õzverimize kalmıştı.

Sevmek ve sevilmek hakkınızı kullanarak en güzel günlere ailelerinizle beraber olmanız dileğiyle derken;  hepimizin hayati ne kadar da çok birbirine benziyor diye aklimizdan geçiriverdik.

 Sevgilerimle…

Not Umut Cesaret ve Gökyüzü adlı kitabimdan kisa bir öyküyü siz okurlarimla paylasmak istedim.

Nesrin Erdoğmuş