SUÇ VE CEZA
Elimde dert, keder, yalnızlık ve pişmanlıklarla dolu sayfalar ve yüreğimde muhasebesini yaptıkça hesabını ahirete ertelediğim, saymadığım birden çok söz, olay… Evet bu haftaki kitap tanıtım-araştırma ve yorum yazım, neredeyse her kitabı Dünya Klasikleri arasına girmiş ve Dünya Edebiyatında en önemli klasiklerden olmanın ziyadesiyle hakkını vermiş olan Dostoyevski’nin kitabı; Suç ve Ceza…
Kulakları çınlasın babamın, ‘her şeyin bedeli vardır’ cümlesini kullanır sıklıkla. Kitabı okurken onu da andım cümle aralarında. Denize benzettim biraz da bu romanı; yüzme bilmeden atlamak ve boğulacakken bir el aramak; kurtarıcı bir el çekip çıkaracak, koca dalgalar arasından… ‘Yüzme bilmeden’ ifadesini rastgele seçmedim zira insanın fıtratında merhamet ağırlıktaysa kötülük çarpar deniz havası misali… Tıpkı Rodion Romanovich Raskolnikov gibi… İyilik üzere ağır basan fıtratına aykırı, telafisi imkansız bir durumun tam da orta yerine düşmek zor… Her şey nihayete erdiğinde pişmanlıkla dolu kalan yanıyla gecelemek, sabahlamak; onunla uyuyup onunla uyanmak… Kaçmak ama kaçamamak ve sonunda teslim olmak hakikate riayetle…
Roman; zeki, cesur ve ideallerinin peşinde koşan bir insanın arayışı, düştüğü ikilem ve işlediği bir suçun sonrasında çektiği psikolojik sıkıntılar ve hesaplaşma sürecini ustaca tasvirinin yapılmasının yanı sıra aslında insan ruhunun naif , hiç balta girmemiş ormanlarına adeta balta ile dalıp, insan ruhunu ters yüz eden cinsten. Dostoyevski, romanında öylesine gerçekçi bir profil çizmiş ki, kitapla ilgili olan bir rivayette; Suç ve Ceza yayımlandıktan sonra, Petersburg savcısı yazar hakkında “bir caninin ruhsal durumunu bu kadar gerçekçi ve ayrıntılı anlatan bir kişinin geçmişinde kesinlikle bir cinayet saklıdır” iddiasıyla dava açmıştır.
Suç ve Ceza büyük bir incelikle yazılmış, roman kahramanlarının yaşadıklarını, tüm ayrıntılarıyla yaşıyor gibi hissettiriyor . Okumaya ara verdiğiniz her an bir daha, bir daha şükrediyor buluyorsunuz kendinizi; bir rüyadan uyandığınızda ‘iyiki rüyaymış’ dercesine bir his uyandırıyor kanaatimce…
Olay Çarlık Rusya’sında geçmiştir;
Rodion Romanovich Raskolnikov; Petersburg’tan ailesinin gönderdiği parayla tahsilini yapan hukuk öğrencisi bir gençtir; kendine has düşünceleri ve felsefesi olan. Son aylarda parasız kalınca eğitimini tamamlamakta zorlanır ve bazı aile yadigarını tefeci bir kadın olan Alena İvanovna’ ya rehin vererek bunun karşılığında ondan borç almak zorunda kalır. Aslında bu davranışı asla benimsemez. Onu buna iten; içindeki inanç boşluğu ve annesiyle kız kardeşine yeterince yük olduğu düşüncesidir. Bu duygudan hareketle , içten içe tefeci kadına kin besler. Tefeci kadını öldürdüğü takdirde fakir ve borç para almak zorunda olan halkın bu kadın tarafından sömürülmesinin son bulacağı inancı daha da ağır basar. Raskolnikov’ un düşünce sistemine göre insanlar ya ”süper insan” ya da “sıradan insan”dır. Geliştirmiş olduğu düşünce sistemindeki “sıradan insan” veya “süper insan” ayırımındaki hangi tarafa aidiyet beslemesi gerektiğinin muhakemesini yapıp tasarlamış olduğu cinayeti işlemiştir. Bu cinayet aslında kendisinin de sıradan olmadığını kanıtlayacaktır. Elini kana bulamıştır Raskolnikov, hem de bir değil iki cana kıymıştır. Ardında şahit bırakmamak adına kıydığı masum can; vicdanını sarsıyor , yatağa düşürüyor Raskolnikov’u; Lizaveta İvanovna… Bir taraftan vicdan azabı bir taraftan yakalanma korkusu bırakmıyor peşini.
Sayfalar sayfaları kovaladı ve bazı insanların ilaç tesirinde olduklarına bir kez daha inandım; Razumihin’ e denk geldiğim satırlarda. Onun gibi sadık dostlar diliyor insan ve menfaatin bulaşmadığı tertemiz ilişkiler. Bütün bunlar yaşanırken Raskolnikov’un annesi ve kızkardeşi Petersburg’tan onun bulunduğu şehre yerleşme kararı almıştır. Yaşadığı sıkıntılı döneme denk gelen bu olaydan dolayı, annesi ve kız kardeşine yeterli alakayı gösteremeyen Raskolnikov ailesini sadık dostu Razumihin’e emanet ederken, gözünün arkada kalmayacağına emindir.
Sonya; bir iftira sonucu memurluktan atılan ve kendini içkiye veren sarhoş babasının yanı sıra üvey annesiyle kardeşlerine bakmak için kötü yola düşürülen temiz yürekli öksüz bir kızdır. Yaşadığı onca sıkıntılara rağmen güçlü inancıyla ayakta durmaya çalışan genç kızın yüreğinin temizliğini sever Raskolnikov. Vicdanının rahatsız edici sesine daha fazla dayanamaz, soluğu sevdiği kızın yanında alır ve cinayeti kendisinin işlediği itirafında bulunur. Bilmediği bir şey vardır; Sonya’nın evinin bitişik dairesinde, kız kardeşi Dunya ile evlenmesine izin vermediği için Raskolnikov’a kızan Simitri Garlov oturmaktadır ve bütün itirafı duymuştur. Bu durumu kendi lehine çevirmek isteyen Garlov, kendisiyle evlenmesi karşılığında abisini polise şikayet etmeyeceğine dair Dunya’ya şantaj yapar. Öte yandan Raskolnikov’un suçlu olduğuna inanan savcı, Raskolnikov’ un evine giderek, cinayeti onun işlediğini bildiğini ve kendiliğnden gelip polise teslim olmasını istediğini dile getirir. . Sanırım bu sefer klasiklerin çokça okunduğu kanaatini taşımamın verdiği rahatlıkla , çok spoi verdiğimin farkındayım.
Bu kadar badireler içinden, ruha revan olan üç olgunun varlığına sahip olup; boğulmaktan kurtulmak derim ben buna, mutlu sona ancak bunlar harmanlanarak ulaşılabilinirdi elbette; inanç, sevgi ve sabır… Tabi ki insanın ufkunu saran umudu da unutmak haksızlık olur… Raskolnikov bu kadar zekice planın sonucunda çektiği onca ruhsal bunalımla ve ödediği bedelle; “süper insanlar”ın diledikleri zaman toplumun kurallarını, yasalarını çiğneyenler değil, yoksul fakat bütün yoksulluklarına rağmen, ahlaki zarureti sımsıkı kavrayıp yaşamaya çalışmanın yanında belki bir kabullenişle tutunduğu inancıyla savaş vermeyi öğrenmiştir. Ayrıca bir Yaratıcının varlığı konusunda yaşamış olduğu ikilemler ve bunların hayatına etkileri de dikkatimi çeken kısımdı. Cahit Zarifoğlu’nun da dile getirdiği üzere; “Raskolnikov müthiş bir iman ağrısı çekmiştir” diyebilirim.
Son olarak Dostoyevski de şöyle özetliyor kitabını; "Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü..." diyerek yeni ve yeniden okuyacaklara iyi okumalar diliyorum. Vesselam...
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski hakkında;
ETİ
Dünya edebiyatının en etkileyici romanlarıyla tanınan Dostoyevski, 1821 yılında Moskova’da dünyaya gelmiştir. Mühendislik bölümünü başarıyla bitiren yazar, bir süre İstihkam Müdürlüğü’nde görev yapıp buradan ayrılmıştır. İstifasından sonra edebiyatla ilgilenen Dostoyevski,1846 yılında “İnsancıklar” isimli ilk kitabıyla büyük ilgi görmüştür. Bu eserinden sonra yazdığı kitaplarıyla beklediği ilgiyi göremeyen yazar, politikayla ilgilenmeye karar vermesiyle birlikte, 1849 yılında bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklanarak Sibirya’ya gönderilmiştir. Burada geçirdiği zor günlerinden sonra, 1859 yılında özgürlüğüne kavuşarak Petersburg’a yerleşmiştir. Artık özgür bir yaşam süren yazar, edebiyat dünyasına tekrar dönerek önemli eserleriyle kaldığı yerden devam etmiştir.
Eserlerinde canlandırdığı sağlam karakterlerle hemen hemen bütün yazarların üzerinde büyük etki bırakmıştır. Dostoyevski, sara hastalığı nedeniyle 9 Şubat 1881 yılında hayatını kaybetmiştir. Suç ve Ceza adlı romanı, yazarın Rus habercisi adlı edebiyat dergisinde on iki ayda yayımlanan bir eseridir. Daha sonra tek cilt haline getirilmiştir . Toplum, inanç, ahlak ve suç gibi kavramları irdelemesiyle Dünya Klasikleri arasına girmiş olan ve en çok ilgi gören romanıdır. Dostoyevski’nin romanında ısrarla vurguladığı, dönemin sınıfsal farklılıklarıdır.
Eserleri:
İnsancıklar – 1846, Öteki – 1846-1978, Ev Sahibesi – 1951-1970, Beyaz Geceler – 1934-1983, Bir Yufka Yürekli – 1957-1985, Netoçka Neznanova – 1937-1964, Stepançikovo Köyü – 1948-1973, Ölü Bir Evden Hatıralar – 1946-1969, Ezilenler – 1957-1982, Yeraltından Notlar – 1973-1985, Suç ve Ceza – 1945-1984, Kumarbaz – 1941-1986, Budala – 1941-1985, Ebedi Koca – 1955-1984, Ecinniler – 1960-1984, Delikanlı – 1946-1985, Karamozof Kardeşler – 1940-1984, Amcamın Rüyası – 1868-1973, Bir Yazarın Günlüğü – 1975, Batı Çıkmazı: Puşkin Üzerine Konuşma – 1975