Ali İhsan ÇETİN
Urfa, suyu toprağı, dağı taşı, yeri göğü hatta insanı bile İbrahimi, Nemrud’un zulmüne boyun eğmemiş, hakını hukukunu yaşamasını bilmiş olarak bellediğimiz bir memleket, bir peygamberler diyarı. Öyleki karanlığın efendisi, yeryüzünün en kudretli kralı Nemrud’a bile diklenebilmiş, ona en olmaz anda meydan okuyabilmiş bir yer, dahası hakın hukukun unutulduğu, adaletin bittiği anda ateşin suya, odunun balığa dönüştüğü kadim bir şehir olarak belledik hep Urfa’yı.
İlk tanrıların, ilk tanrıçaların doğduğu, insan oğullarının ve kızlarının tapınaklar, köyler, şehirler, akademiler kurduğu, tarlalar açtığı, vahşi doğayı kutsal bağ ve bahçelere dönüştürdüğü, yabani hayvanlardan sürüler oluşturduğu Mitanili Urfa’ya, daha sonra biraz Asurlar, biraz Latinler, biraz Romalılar, biraz Persliler, biraz Araplar, biraz Ermeniler ve biraz Türkler bir şeyler verdi, bir şeyler aldı ondan. Bir gelişti, bir geriledi, kah düştü, kah kalktı ama her zaman İbrahimi geleneği korudu, ona yaraşır bir memleket olmaya çalıştı ve elbette o hep öyle bilindi, hep İbrahimi kalması istendi ondan. Asur’un krallarına, Mısır’ın firavunlarına, Pers’in imparatorlarına, Roma’nın sezarlarına meydanı hiç boş bırakmamış, hiç bırakmadığını bildiğimiz Urfa, nasıl olur da hakı, hukuku elinden alınmış yaralı bir anneye, acılı bir eşe, bir bilge kadına sırtını çevirir, gözyaşlarını görmek, çığlığını duymak, adını bilmek istemez.
Urfa, hiçbir zaman bu kadar içine kapanmamıştı, hiçbir zaman bu kadar sinmemişti, hiç bir zaman bu kadar kendisine yabancılaşmamıştı, hiçbir zaman bu kadar haktan hukuktan uzaklaşmamıştı. En sıradan bir beyin, bir paşanın, hatta bir zorbanın adaletinde, ahaliye reva görülen ilkel hukukunda bile ölçü bu kadar kaçmamıştı, hak arayışı bu kadar pespaye bir duruma düşmemişti, memleketin itibarı bu kadar ayaklar altına alınmamıştı.
Yaşayan bir tanrıça, bir Baraz kadını, bir hak arayıcısı olarak dikildi korkuya esir düşmüş, etrafı dumanlı, gök kubbesi çökmüş Urfa’nın karşısına, ne beyin ulaklarını dinliyor, ne mirin fermanına boyun eğiyor Emine Ana, kafa kağıdındaki adıyla Emine Şenyaşar, Göbeklitepe’den kalkıp gelmiş bir tapınak meleği gibi sesleniyor her gün, İbrahimi bir evliya gibi haykırıyor beş yüz altmış yedi günden bu yana adalet dağıttığı söylenen, hak aranan sarayın kapısında, “Oğullarıma, yaşam arkadaşıma ne oldu ey muktedir, bir ses ver” diye…