Düşünün ki yaşadığınız ülkenin basını, gazetecileri, akademisyenleri, hakta, hukukta, adalette, eşitlikte, barış içinde bir arada yaşamada ısrar eden halkınıza, iyi komşu olmakta ısrar eden sınır ötesindeki akrabalarınıza karşı katilleri, hırsızları, tecavüzcü çeteleri savunuyor, onların gücüne bel bağlıyor. Düşünün ki demokrasiden, hukuktan, insan haklarına saygı geleneğinden çok, sahip oldukları ateş üstünlüğüne, silah kapasitesine umut bağlıyor, dahası sonu belirsiz, haksız, hukuksuz bir kapışmada, kirli bir savaşta ısrar ediyor. Düşünün ki yaşadığınız ülkenin gazetecileri, akademisyenleri, şairleri, yazarları, sporcuları, sanatçıları, din adamları bir olup “kelle isterük…” naralarıyla ilerici insanlığa meydan okuyor, barış talebine ateş püskürüyor, bir an önce savaş başlasın diye hop oturup hop kalkıyor. Düşünün ki yaşadığınız ülkenin aklı hepten çökmüş, ferasetsizlik diz boyu, sadece yok etmeye kilitlenmiş pek tanıdık ölü sevici sarı torbacıların, beyaz torosçuların sesi çıkıyor, naraları duyuluyor. Düşünün ki her şeye rağmen siz barışta, kardeşlikte ısrar ediyorsunuz…
*
Belli ki güvenlik kaygısı safsatası ile çıkartılmak istenen haksız savaş kapıya dayanmış, belli ki halkların boğazlanmasına karar verilmiş, belli ki büyük kaos kapıda, azdan az, çoktan çok gidecek. Ne kötü bir durum, ne berbat bir kaos ortamı. Ortaya çıkan belirsizlik ortamını fırsat bilip hukuka, barışa, demokrasiye, eşitliğe, özgürlüğe yönelmek, bölgede yaşayan tüm halklarla yan yana gelmek, insanca bir arada yaşamanın koşullarını yaratmak yerine öldürmeyi, halkları birbirine kırdırmayı hedefleyen bir aklın öne çıkmasından daha tehlikeli bir durum, daha öldürücü bir ortam olamaz, öngörülen vahşeti gün gün yaşıyoruz...
*
Öyle ya diktatör Beşar Esad düştü, tam da savaş bitti, ortalık sakinleşecek derken yine savaş tamtamları çalmaya başladı, bölgemiz daha büyük, daha öldürücü ateş hattına girdi, belli ki kana doymuyorlar, belli ki her bir yandan saldıracaklar, anaları bir daha ağlatmak, anaları bir daha gözyaşına boğmak isteyecekler. Ama bu defa öyle olmayacakmış gibi geliyor, analar bu defa ağlamakla, kızlarının ve oğullarının yolunu beklemekle kalmayacak. Bu defa acıyı, gözyaşıyı haykıracaklar, kızları ve oğullarıyla birlikte, omuz omuza savaş cephelerinde can verecekler. Çünkü analar herkesten, hepimizden çok iyi biliyor ki bu defa tehlike çok büyük, bedenlerini cephelere siper etmekten başka şansları yok, olmayacak. İddia o ki kuzeyden, batıdan çete kuvvetleri ÖSO-SMO, güneyden de DAİŞ’in yeni versiyonu, daha doğrusu DAİŞ’in takım elbise giydirilmiş Colani’nin liderliğindeki HTŞ’li hali, yani Uygur’undan, Özbek’inden, Çeçen’inden, Suudi’sinden, daha bilmem nerenin hangi kavminden, öyle yada böyle biraz da Suriye’sinden toplama çete örgütü HTŞ, Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Müslümanların, Hıristiyanların, Ezidîlerin bir arada, barış içinde yaşadıkları Rojava’ya saldıracaklarmış, tankla, topla evlerine, barklarına gireceklermiş, Urfa’nın, Diyarbakır’ın, Mardin’in, Şırnak’ın bu bölgedeki akrabalarını kırımdan geçireceklermiş, zalime direnenler kadın da olsa çocuk da olsa katledileceklermiş. Bir iki istihbaratçının, üç beş özel harpçinin, beş altı pek alımlı, pek çalımlı çakma gazetecinin başını çektiği savaş baronlarından oluşan çetenin, herkesi, hepimizi kışkırtıp bölgemizi, yaşam alanlarımızı cehenneme çevireceklermiş…
*
İyi bilinsin ki hiçbir savaş, öyle operasyon odalarında kurgulandığı gibi yürümez, öyle başladığı gibi bitmez, hesap edildiği gibi sonuç vermez. Askeri üstünlük, teknolojik imkan, ganimet hevesi, başkasının hakkını ve hukukunu tecavüz etme hayali, her kilidi açtığı sanılan İngiliz aklı öyle sanıldığı gibi her zaman kapıkullarına kazandırmaz, her zaman marabayı ihya etmez, yol yakınken bu lanet savaş sevdasından vazgeçin. Bela bir defa kapıya dayanırsa hesap kitap işleri berhava olur, iç kavgalar, küslükler, kırgınlıklar bir yana bırakılır, en uçlara savrulanlar bile çıkıp gelir, yaşamı tehlikeye düşen, onuru ayaklar altına alınmak istenen ahali yek vücut olur, gücünü barış talebinden alan Kürtleri ve dostlarını o kadar da hafife almayın, uzak durun. Evi işgale uğramak, canı alınmak üzere olan her kim olursa olsun, göze alamayacağı, daha doğrusu yapamayacağı hiçbir şey yoktur, alt edemeyeceği hiçbir askeri güç, baş edemeyeceği hiçbir teknolojik kabiliyet, aşamayacağı hiçbir kudret sahibi, akıl erbabı yoktur. Sizi sadece aklınızı hapsettiğiniz cepleriniz ilgilendiriyor olabilir, dünya umurunuzda olmayabilir, “Kan isterük. Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Süryanilerin, Ermenilerin canı cehenneme, anası bir daha ağlasa ne olur, ağlamasa ne olur…” arzusuyla haksız bir savaşı dayatabilirsiniz ama kazanamazsınız, kazanamayacaksınız. Aklı başında olan herkes bunu görüyor, her türlü ihtimal ve oyuna rağmen insanlık daha fazla bu duruma tahammül etmeyecektir. Geçen yüzyılda Osmanlı’nın başına gelenler biliniyor, ittihatçıların sonu ortada. O zaman da Orta Asya’dan, Uygur’dan, Tacikistan’dan, Afganistan’dan, Kafkasya’dan ta Balkanlara kadar, hemen her yerden katilleri toplayıp getirdiler, halklara karşı savaştırdılar. Sonuç dağılma ve yok oluş oldu. Fetihler, ganimetler dönemi bitti, yeter…