Hewsel, Dicle’nin Kâkülü

Şeyhmus DİKEN

 

Hayli binler yıl evvel adı henüz konulmamış bir dağ varmış. Dağın yakınındaki şehrin, şehir olarak konumlanmasına sebep olacaklar, henüz dünya yüzüne gelmemiş(miş). İşte o eski devr-i devranlarda o dağın böğründe, gürlediğinde sesiyle yeri göğü birbirine katıp ateş kusan bir ejderha yaşarmış. Hikâyeye konu olan o çok eski dağın ejderhasının öfkesidir. Ejderhanın kusan öfkesi ve soluduğu kapkara nefesi, her defasında dağın onlarca kilometre çevresi ve dört yanındaki ovayı yangın yerine çeviriyormuş.

Böylesine koca bir tehdidin ve her defasında yeniden kurgulanmak durumunda kalınan hayatların, ne zaman tekrar sonlanacağını bilmeden yeni hayatlar kurmanın belirsizliği, dağın çevresinde yaşayan insanları, güç ve kudretleriyle doğaya hükümlerinin geçmesi mümkün çağlarında oturup karar vermişler. Dağın eteğindeki köylerin en cesur ve gözükara delikanlıları bölge halkının huzurunda söz birlik etmişler. Ejderhaya dersini vermek üzere dağın doruğuna çıkmışlar. Kapkara, koca bir dev görünümündeki ejderhanın derin uykuya yattığını, arada bir homurdandığını, nefesinin dağın tepesindeki delikten çıktığında kızılca kıyamet koparan yakıcılığını hissetmişler.

Gençler dağın yakınındaki demir ve bakır yataklarının binler yıldır işlendiği mekânlarında önceden hazırlayıp doruğa taşıdıkları kocaman halkaları olan zincirleri dağın tepesinde baca şeklindeki oyuktan dağın böğrüne sarkıtmışlar. Sonra, inmişler ejderhanın inine. Yıllardır uykusuna yatmış, ne zaman uyanıp öfkesini kusacağına ancak kendisinin karar vereceği uyuyan devi ustalıkla bir güzel zincirlemişler. Daha sonra da ejderhanın nefesinin yükseldiği zirvedeki deliği koca kaya parçalarıyla günler süren emekle kapatmışlar.

Adı Mêrgemîr Tepesi olan o dağ doruğunun yakınından o günden sonra geçenler, dağın derinlerinden uğultu ile inilti arası gelen boğuk sese kulak kabarttıklarında, o sesi korkuyla duyar olmuşlar. Ejderhanın nefesi ve kusmuklarından silme ovaya yayılan ateş topları ve ateş dereleri yıllar sonra kapkara taş yığınlarına dönüşmüş. İşte o ejderhanın nefesinin ve kustuklarının ateş söndükten sonraki kapkara taşlaşmış hâli nedeniyle dağa Karacadağ adını yakıştırmışlar.

Uzun yıllar sonra o taş yığınlarının arasında envai çeşit bitki, çiçek kendiliğinden göğermiş. Meşe, Dardağan, Alıç, Menengiç, Yabani Armut, Dişbudak ağaçları ile Geven, Safran, Düğün Çiçeği, Papatya, Kan Damlası, Yılan Yastığı, Hardal, Sütleğen, Kemê ve elbette Kenger bitkileri. 

Sonra ejderhanın nefesinin ve öfkesinin bir blok taş tabakası gibi dağın yakınındaki ve dağ kadar eski nehirle buluştuğu noktada insanlar bir şehir kurmuş. Şehrin etrafını ejderhanın kustuklarının taşlaşmış halinden oluşan sur duvarları ile örmüşler. Başka şehirlerden gelenler şehre girebilsinler diye sur duvarlarına dört yöne açılan dört kapı açmışlar. Sur burçlarının dış cephesini şehrin çevresindeki ormanlarda yaşayan aslan, kaplan, boğa, yılan, akrep, yengeç ve çeşit çeşit bitki ve ağaç figürleriyle nakış nakış sur taşlarına işlemişler. Sur duvarları ile nehir arasını da, ejderhadan yılların hıncını alırcasına, bağlık, bahçelik ve bostanlık yapmışlar. Şehrin adı zaman ve mekânlardan azade Amid, Omid, Dikranagerd, Amida, Diyarbekir, Amed, Diyarbakır olarak değişse de nehrin adı hep Dicle ya da Tigris olarak kalmış.

İşte o bazalt taş blok üzerine kurulu şehrin hemen yakınındaki nehirle arasındaki bağlık bahçelik, bostanlık alana da Türkçe’de “sık ağaçalık yer” anlamına gelen Kürtçe “Hoser” demişler.

Kendisiyle yaşdaş olan Babil, Ninova, Efes ve Fasilis’in artık birer ören yeri olmalarına karşın tarihi şeceresi boyunca yaşamın kesintisiz sürdüğü bir şehir olmuş Diyarbakır. İşte bizim bu yazı nedeniyle hikâyemize konu olan şehre kimliğini veren binler yıllık surları ve şehrin akciğeri olan Hewsel Bahçeleridir.

Diyarbakır’la içsel manada muhabbeti olan her kime sorarsanız size Surlar, bir de Hewsel’le ilgili anlatacağı, ya da paylaşacağı vardır mutlaka.

Musa Tutka ile konuşuyorum. Kendisi Hewsel Bahçelerine inilen ve surların hemen doğu kapısının çıkışı olan Mardin Kapı’da hâla işyeri olan yaşı seksene dayanmış bir Diyarbekir Beyefendisi. Anlatıyor durmadan Hewsel’deki bahçeleri. “Tarihi On gözlü Köprüden Fiskayanın altındaki yerlere kadar bütün bahçelerin adlarını tek tek bilirim. Her birinde bizim gençlik yıllarımızın anıları vardır. En az 200 bahçe adı sayabilirim. Mesela Acem Gölü’nün üzerinde Nuri Özakbulak’ların Aluceliği (Yeşil Erik) vardı. Zaza Abdo’ların Cinali Dutluğu vardı. Ermeni Minas’ın Erikliği vardı. Onun yanında; Küçük İspahi, Büyük İspahi, Derin Encume, Deyaz (sığ) Encume, Savox Par (soğuk pınar), Zencirkıran, Hacı Kambur bahçeleri vardı. Dehle dediğimizi Dicle kıyısında kavaklıklar vardı. Elmayı dalından koparıp dişlediğinizde süt gibi bembeyaz bir sıvı fışkırırdı elmadan, süt elmasıydı o elmalar. Vahap Ağa isminde bir bahçe vardı, İlhami Beylerin bahçesi; Öyle kışlık ayvalar, elmalar vardı ki, kışın ortasına kadar dalında kalır birşeycikler olmazdı. Bahçe denen bir şey kalmadı artık. Emek veren de yok zaten”

1950’li yıllara kadar kentin adeta meyve, sebze üretim deposu olarak binlerce yıldır işlev gören Hewsel Bahçeleri giderek “işlevsizleşmeye” başladı. Akdeniz bölgesinden karayoluyla kente mevsiminde, zaman zamanda mevsiminden önce ilk turfanda olarak taşınan meyve sebze pazarı “kaptı”. Akdeniz ürünleri kendi mevsim normalllerinde pazara ancak çıkabilen kentin yerli Hewsel bahçeleri ürünleri üretimini vurdu. Ezcümle kentin yerli üretimi dışardan gelen ürünlerle baş edemeyip “kapitalist modernite”ye mağlup oldu.

Konuştuğum bir başka “Bahçeci” Ramazan Özakbulak da aynı dertten muzdarip ve adeta dert küpü. Soyadını soruyorum, söylüyor ama sonra ekliyor “Ne yapacaksın soyadımızı! Ailemizi yıllardır Bahçeci olarak biliriler bana da herkes Bahçaci Remezan der. Bitti bu iş! Bahçecilik diye bir olay kalmadı ne Diyarbekir’de, ne de Hewsel’de! Eskiden, eskiden dedimse 1940-50-60’lara kadar onlarca Cenan’ımız vardı.(cenan-yarıcı. Toprağı, tarlayı bahçeyi yarı’ya ekip biçen kişi). Çünkü bizler bahçeciler olarak onca bahçeyi ekip, derleyip toplamaya yetemezdik. Yardımcı olarak cenan’ları çalıştırırdık. Baba dede mesleği bizimkisi, babamlar Diyarbekir’de 1940’larda Mardinkapısında Keçi Burcunun altındaki Dink’lerin (su değirmenleri) yanında ilk cam seraları kuranlardır. Bütün Hewsel’de hangi bahçede ne yetişir, hangi bahçenin adı nedir tek tek bilirim. Şimdi Diyarbekir’in yerli bahçecileri olarak hepi topu üç beş aile kaldık. Yıllar evvel bizlerin yanında cenan olarak çalışan Elazığ Palu’lular, Arazileri, Keban Baraj Gölü altında kalınca gelip Diyarbekir’e yerleştiler ve artık bahçe sahibi oldular. Ailece, çoluk çocuk uğraşıyorlar. Başka da geçim kaynakları olmadığından hayatlarını bahçecilikle sürdürüyorlar.”

Şehrin ikibin yıllık tarihi köprüsü Ongözlü Köprü ile doğu şehirleri ile karayolu bağlantısı kurmak için otuz yıl kadar önce yapılan yeni Silvan Köprüsü arasındaki 700 hektarlık bağlık, bahçelik sulak alanı kapsıyor Hewsel Bahçeleri dediğimiz coğrafya. Devletin imara açmaya yeltenirken ardına Üniversitesini de alarak geçtiğimiz yıl Hewsel’deki ağaçları “katletmeye” çalıştığı! İmara açmayı tasarlığı, ama kentin duyarlı kamuoyunun mücadele ve müdahelesiyle kurtarılmasının mümkün olduğu Hewsel’den söz ediyoruz.

Şehir ve coğrafyası; Barış ve Çözüm Sürecine girildikten sonra sanki asli kimliği olan Kültürel ve Tarihsel Mirasıyla biraz daha hemhal olmaya başladı. 2009-2013 yılları arasında bütün bir Ermeni dünyasının en büyük ve en kadim kilisesi olan Surp Giragos Ermeni Kilisesi sur içindeki kadim mekânında restore edilerek kurtarıldı ve ibadete açıldı. Ermeni Patrikhanesi ve Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfına, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi de partner oldu. Aslına sadık kalınarak Kilise kurtarıldı. Kilisenin restore edilerek kurtuluşu 2015 Nisan-Mayıs’ında taçlandı. Avrupa Birliğince Surp Giragos’a Euronostra kültürel miras ödülü verildi. Üstelik kentin yerel yönetimi ile halkın projeye sahip çıkarak desteği de gerekçe gösterilerek ödül verildi.

İşin doğrusu; kenti bir kalkan balığı şekliyle kuşatan bir muhkem mevki gibi bazalt bir plato üzerinde binler yıldır ayakta duran tarihi Diyarbekir Surları ile hemen onun yanı başında bir kadın saçı perçemi, kakülü gibi yemyeşil duran Hewsel ne kadar birbirine yakışmış dünya âlem tanık. Bu sebeple Unesco’nun Kültürel ve Tarihi Miras Listesine Temmuz başı itibariyle üye kabulu zamanlama açısından çok anlamlı.

Modern Dünyanın her şeyi “para”ya endeksleyen hali pür melali geleneksel eski-kadim kültürleri adeta bir terminatör gibi hızla yok ediyor. Güzel olan şu ki; kimi kentlerde buna karşı direnen örgütlü güçler var. Diyarbakır bu açıdan şanslı bir şehir. Kentin atanmış ve seçilmiş temsiliyetleri bu konuda duyarlı. Kentin organik kültürlerini sahiplenip dünyaya anlatmakta kararlılar. Unesco’nun Dünya Kültürel Miras Listesinin amacının “Üstün Evrensel Nitelik” olarak genel kabul gören insanlığın ortak geçmişinin eşsiz örneklerinin ortak irade ve sözleşmelere dayanarak gelecek kuşaklara aktarılmasının sağlanmasını kentin dinamikleri özümsemişler. Adeta 1930’lu yıllarda eski kent hava almıyor diye sur burçlarını dinamitle yıktıran kentin valisine inat edercesine bir toplu karşı duruş ve duyarlılık var kadim Diyarbekir’de.

Kürtler kırk yıldır siyaseten varlık yokluk kavgasında kendilerini kimlikleriyle var ederek önemli bir kavşağa gelip dayandılar. Bu mücadelede sadece siyaseten değil kültürel ve tarihi mirasları nedeniyle de ispatı vucut ettiler. Ortadoğu’da İslam adına yola çıkan IŞİD canilerinin binlerce yılın kültürel mirasını Ninova’da, Palmira’da katliamı dünyaya gösterilirken, Kürdün insaniyet varoluşu adına verdiği mücadelenin bir başka boyutu olarak dünya kültür mirasının haklı ortakları arasına dâhil edilerek kaydedilmesi anlamlı. Her şeyden önemlisi de kent kamuoyunun bu konu ile ilgili farkındalığı çok belirgin.

Önümüzdeki günlerin kentin değerlerinin sahiplenilmesi anlamında çok ciddi kararlara sahiplik yapacağını şimdiden söylemenin ipuçları hayli yaygın. Kurumlar belediye öncülüğünde toplantılarını yapıp kararlarını aldılar ve kent kamuoyuna da duyurdular. Bundan böyle Tarihi Sur Dokusunun Ön Görünümünü bozan yapılaşmalara asla müsamaha gösterilmeyecek. Sur içindeki eski tarihi dokulu yapılar daha görünür kılınacak. Sur dokusu içindeki “işgaller” derhal giderilecek. Hewsel ve Dicle yoldaşlığına ticari rantiye nedeniyle ket vurmaya yeltenenlerin hevesleri kursağında bırakılacak. Kent halkı bu kararların uygulanmasında kıskançlıkla suruna da, Hewsel’ine de, kilisesine de, camisine de bağına bostanına evine bahçesine de sahip çıkacak. Dünya da görecek ve diyecek; iyi ki kültrel miras ödülünü bu kadim kente vermişim diyecek.

Şeyhmus Diken

14.Temmuz.2015 Diyarbekir

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.