Matematik M.Ö. 3000 –2000 yılları arasında Mısır ve Mezopotamya’da doğmuştur. Matematik bilimci Prof. Dr. Ali Ülger’in matematiğin doğuş ihtiyacını şöyle değerlendirmektedir.’’ Heredot’a ( M.Ö. 485-415) göre, matematik Mısır’da başlamıştır. Bildiğiniz gibi, Mısır topraklarının %97 si tarıma elverişli değildir; Mısır’a hayat veren, Nil deltasını oluşturan %3 lük kısımdır. Bu nedenle, bu topraklar son derece değerlidir. Oysa, her sene yaşanan Nil nehrinin neden olduğu taşkınlar sonuncunda, toprak sahiplerinin arazilerinin hudutları belirsizleşmektedir. Toprak sahipleri de sahip oldukları toprakla orantılı olarak vergi ödedikleri için, her taşkından sonra, devletin bu işlerle görevli “geometricileri” gelip, gerekli ölçümleri yapıp, toprak sahiplerine bir önceki yılda sahip oldukları toprak kadar toprak vermeleri gerekmektedir. Heredot geometrinin bu ölçüm ve hesapların sonucu olarak oluşmaya başladığını söylemektedir.’’
Matematiğin tanımı; bazen sayılardan ibaret, bazen dört işlem, bazen de yaşamdan bir kesit olarak görülmüştür. Bir mühendis için denklem, ressam için simetri veya geometrik şekiller olurken, Felsefeci için soyut, tümdengelim veya tümevarım olarak algılanmış, doktor için nabzın saniyedeki atışı, boy, kilo, kan şekeri oranlarıdır. Kimi bilim adamlarına göre ise; içinde başka bilim dallarını da barındıran; insanlığın karanlık çağlarına tanıklık etmiş bir bilim dalı olarak da görülmüştür.
Yaşamın her alanı matematikle bağlantılı olduğuna göre; burada hesap adamı olmak da bir o kadar önemlidir. Bu yüzden olsa gerek eskilerin ‘’yanlış hesap Bağdat’tan döner’’, ‘’ Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma’’ veya ‘’ evdeki hesabın çarşıya uymaması’’ sözleri iyi bir hesap adamı olmanın gereklerini ortaya koymaktadır. Hesap etmek düşünmeyi, mukayese etmeyi gerektirmektedir. Yaşam diyalektiği hareketli ve koşullara göre değişim göstermektedir. Kağıt üzerinde iki kere iki dört etse de; sosyal-siyasal yaşamın değişen dinamikleri ve dengeleri içerisinde sonuçlar her zaman kağıt üzerinde olduğu gibi dördü göstermeyebilir. Yanlış hesap Bağdat’a varmadan dönebilir. Böylesi beklenmeyen sonuçlar yaşamın tarihsel bir cilvesi olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Yaşamın nerdeyse her alanında karşımıza çıkan matematiği, bazen harika mimari eserlerde görürüz, bazen bir müzisyenin parmaklarında, bazen bir doktorun hastasının nabzının ölçülmesinde kısacası yaşamın her saniyesi. Her anı matematikle ilgilidir. Doğada görebildiğimiz veya hissedebildiğimiz şey’lerin rakamlarla ifade biçimidir. Mesela; piramitlerinde gözümüzle görebildiğimiz bir bilim dalıdır matematik. Bazen bir kozalağın tohumlarında rastlarız ona. Bazen de parmaklarımızda hissederiz matematiği. Birçok tanımı da yapılabilen matematik her yerde ve zamanda yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanın istemi dışında, insanın yaradılışında beri var olmuş; insanın beyinsel gelişimiyle atbaşı gitmiş ve sonsuza kadar var olacak bir bilim dalıdır.
İlk olarak Mezopotamya ve Mısır’da karşımıza çıkan matematik tarihine kısaca baktığımızda; bazı dönemler aristokrat kesimin uğraştığı; sıradan halk için matematiğin yasaklandığı dönemler olmuştur. Fakat bütün bu engellemelere ve Rönesans – Barok dönemindeki her türlü bireysel bencilliklere rağmen bu yasaklar kırılarak, matematik tekrar halkın arasına inmiştir.
Matematik yaşanan tecrübelerle büyüyen ve doğruları bulan bir bilimdir. Cebir, aritmetik üzerine kurulup gelişirken, geometri aritmetik ve cebir üzerine kuruluyor. Kalkülüs, topoloji, diferansiyel denklemler; matematik bilim adamlarının deyişiyle; giderek büyüyen ve gelişen bir aile ağacına benzemektedir.
Matematiğe, tarihi açıdan baktığımızda birçok dilin, kültürün ve hatta uygarlığın ömrünü tamamlayarak; tarih sayfaları arasında kaybolup gittiğini görürüz. Fakat matematik kesintisiz uygarlıklar üstü bir dil olarak varlığını ve kalıcılığını korumuştur. Dolayısıyla matematiğe kalıcı bir bilim de denilmiştir. Matematik; bir sistematik içerisinde geçmişi ile bütünleşerek sürekli gelişerek ilerlemeye devam etmektedir.