Kimi şehirler vardır ki; iki ev komşusu gibidirler. Birbirlerine sırt sırta verirler de! Bu sırt sırta vermişlikleri, biri diğerinden güç almak, ya da destek olmak misali değil de! Başka bir tuhaf hâl olmuşluğa delalet eder. Ömrü billah “zorunlu komşuluk” yaşarlar da, hikâye ortaklığına, kaderdaşlığa, birlikte yaşam örmeye hiç mi hiç meyletmezler. Bırakın meyil etmeyi! Biri diğerini en kaba haliyle ötekileştirir!
Biri Diyarbakır’dır, diğeri Elazığ...
Bu giriş paragrafını henüz okuduğum Abdullah Ataşçı’nın “Yara Bende”* kitabı üzerine yazdım. Kitap, iki aya yakın bir zamandı ulaşmış olmasına rağmen ancak okuyabildim. Hemen Elazığ’ın yanıbaşındaki Gölcük / Hazar Gölü’nde daha ilk sayfalarını okurken bir Elazığ okumasıyla buluştum.
Yara Bende dokuz bölümden oluşan bir roman. Bölümler, romanın kurgusunu karakterlerle birlikte çok iyi kucaklamış. Tepe ile başlıyor hikâye! Yumurta Tepesi, aslında bir yalnızlık mekânı. Hikâyenin iç örgüsünde zaman zaman kaçılan, kaybolunan bir mekân. Adeta varlığından güç alınan bir mekân.
Roman boyunca yitirilen ilk altı çocuktan sonra doğup da yaşayanlardan Hasan’ın; köpek suretinde dile gelen ve her defasında bir “gelecek bilici” gibi konuşan bir başka dünyanın sesi olanların topluma izdüşümü. Henüz doğmadığı vakitlerden başlayıp sonra doğumuyla birlikte gözlerinin görmediğini fark ettiği çocuğuna kendi hikâyesi üzerinden bir hayat anlatısı. Gerçekle, gerçeküstünün geçirgen hâllerinin romana değen yüzü...
İlk, yumurta tepesinde yüzleşilir bilici köpekle! Sonra her defasında bir şekilde yeniden karşılaşır Hasan yol göstericisiyle. Bir başkasıyla değil! Bu hal yadırganır. “Görünmüşlerdir” bir kez üç harfliker, “bizden iyiler” çocuk Hasan’a!
Sonra bir “Dere” vardır şehrin iki yakasını birbirinden ayıran bir dere...
Dere, aslında bir çeşit sınır. Bir tarafta; yani sınırın Doğusunda ötekileştirilmiş cümle yoksullar ve mahalleleri: Salıbaba, Karşıyaka, Mornik, Hırhırik, Kesrik, Hüseynik ve Yiğinik!
Diğer tarafta, yani Batı yakada tuzu kurular, devletle barışık olanlar. Şehrin valisi, belediye başkanı ile aynı yakadan olanlar: Kasımbey, Riyaziye, Bahçelievler, Abdullahpaşa, İzzetpaşa, Rüstempaşa, Harunpaşa.
Beyli, Paşalı olanlar bir yanda. Daha adından başlayarak en başında davayı kaybetmişler öte yanda; Dere, sınır.
Büyük kapışma kentin iki takımı Salıbaba ile Kasımbey futbol takımlarının final maçıyla şekillenir. Muhterem Zevat’ın takımı yenilmemelidir, her daim olduğu gibi.
Romanın karakterleri çok sahici ve her yönüyle sokaktan, hayatın içinden.
Hamo Dede ve Kör Sabiha hakiki Roman Kahramanları. Bir yanıyla aykırı, diğer yanıyla toplumun vazgeçemedikleri. Yaşı yüz’ünü aşmış Hamo Dede’nin sadece roman örgüsü içinde yaşarken değil! Ölümünden sonra da rüyalara girerek Rehan’la hiç değilse mezarda birlikte olmak üzerinden dönemin (doksanlı yıllar) realitesi gereği artık olmayan köyüne kemiklerinin götürülüp defnedilmeyi istemesi! Öncesinde köyünden toprak istemesi. Köy / köyler bir var, bir yokturlar. Yakılmış, göçertilmişlerdir de! Artık o köylerin yerinde yeller esiyordur da! Bunu reva görenlerin simge şahsiyetleri bile kahramanların dile getirdiği köyün köylerin hiç olmadığına inanıp, o köylerin bir zamanlar sakini olanları da hiç var olmadıklarına inandırma gayretinde olmalarıdır çarpıcı olan...
Zerteriçli İbo, Deli Neco, Goncagül, Züleyh roman boyunca ısrarla “ben buradayım” diyen kahramanlar. “Şalvar Necdet Amca” ancak romanlarda ya da Yeşilçam filmlerinde karşınıza çıkması muhtemel “iyilik meleği” biri.
Yara Bende; coğrafyanın uzak ve yakın siyasal kodlarını, geçerken kenarından köşesinden hafifçe dokunarak hikâyesini naifçe kuran bir yakın dönem Elazığ romanı!
Dış dünyaya karşı devletin korunaklı gözdesi imajını yansıtan Elazığ’ın, aslında bir başka yanıyla yarasını adeta içine tutsak etmiş hâlini anlatan bir roman olmuş Yara Bende...
*Abdullah Ataşçı, Yara Bende, Haziran 2018, Everest yy.