HER GECENİN BİR SABAHI VARDIR

Mümin Ağcakaya

             

 

            Güneşin doğuşunu muhteşem bir farklılıkta izlenecek yerlerden biri olan Nemrut’a yolumuz düşmüştü. Nemrut’un zirvesine çıkana kadar aynı güniçinde üç mevsimi birden yaşamıştık. Arabayla adeta tırmanarak, dolana dolana uzayıp giden bir yolculuktan sonra, ancak akşamüzeri Nemrut’un zirvesine ulaşabilmiştik. Zirveden etrafımıza baktığımızda göz alabildiğine uzanan dağlar, ovalar adeta ayaklarımız altındaydı. Büyük bir şaşkınlıkla tanrı heykellerin gölgesinde, o muhteşem manzarayı izlerken, mor dağların ardından güneş ufukta kaybolmaya başlamıştı. Biz o geceyi, Kommagene Kralı I. Antiochos, Zeus, Apollon ve Herakles tanrı heykellerinin koynunda geçirecektik. Karanlığın çökmeye başlamasıyla birlikte gökyüzü de adeta yıldız tarlasına döndü. Yıldızların böylesine parlak olmasının ve bu kadar sayısız gözükmesinin şaşkınlığı içinde, sabaha kadar bekleyerek güneşin doğuşuna şahit olacaktık.

            Yıldızlara en yakın olduğumuz Nemrut’ta, gece anlatılmaz bir karanlıktaydı. Bu topraklar aynı zamanda çok görkemli bir uygarlığa da damgasını vuran Kommagene’nin kalbiydi. Zihnimizde düşünceler; geçmiş zamanla, bulunduğumuz an arasında gidip geliyordu. Bir dönemin en görkemli uygarlıkları bile; zamanını dolduğunda tarih olmaktan kurtulamıyordu. Tıpkı bizi karanlığa boğan gece gibi. Sabırsızlıkla gecenin yeni güne evrileceği tan vaktini beklemeye başladık.

             Yıldızlar gecenin karanlığını parçalamak için var güçleriyle ışıklarını gönderiyorlar, fakat aydınlığı getirmeye gücü yeterli gelmiyordu. Karanlık; kendini gecelerin hâkimi olarak görürken; gün ağarmaya başladı.  Sonra ufuktan güneş, ateşten bir top gibi uç verdi ve ışık demeti ufuktan ovaya doğru süzüldü. Beklenen muhteşem doğuş gerçekleşiyordu; ufuk her saniye renkten renge bürünüyordu.Biz ufkun üzerinde, güneş ayaklarımızın altındaydı. Bu yeni doğum olayını Nemrut’un zirvesinden aşağıya doğru izliyorduk. Şimdiye kadar güneşi hep gökyüzünde izlemeye alıştığımız için, bu durum çok şaşırtıcı gelmişti. Güneşin ufukta uç vermesinden kısa bir süre sonra, ufuk çizgisinden ayrılarak gökyüzünde boy vermesini seyrettik.  Artık ’O’bize yukardan bakıyordu.

 Bu doğanın kontrol edilmesi imkânsız olan durumu ironik çağrışımlar yapıyordu. İnsanoğlunun yaşamıyla doğanın kendi döngüsü arasında kopmaz bir benzerlik vardı. Bu topraklarda hüküm süren ve zamanının görkemli eserlerini günümüze bırakan Kommageneden bile,geriye neler kalmıştı. Böyle yaratımı olamayanların ise adlarını dahi anmıyoruz. Şimdi esameleri dahi okunmuyor

Şimdiye kadar hiçbir gecenin karanlığı sonsuz olamadı. Vaktigeldiğinde yerini aydınlığa bırakmaz zorunda kaldı. Gecenin karanlığı ne kadar zifiri olsa da, güneşin doğma vakti yaklaştığında, güneşin ilk ışıklarla birlikte gecenin karanlığı da yarıldı. Ne kadar dirense de; bütün direnciyle karanlığını korumaya çalışsa da, güneşin aydınlığı karşısında yenilmekten kurtulamadı. Her tan vaktinde güneş, bıkmadan usanmadan gecenin karanlığını parçaladı. Ve parçalamaya devam edecektir. Bu bir doğa ve yaşamın kuralıdır.

 Dünya için yeni bir sayfa, yeni bir gün başlıyordu. Yeni günün, yeni sayfanın içine neler dolacak, neler yazılacaktı? Gün bitiminde, o günün tarih sayfasına kimler not düşürecek, kimler tarihin çöplüğüne gidecek. Buna da tarih tanıklık edecektir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.