Güneşin doğuşunu ve batışını izlemek her zaman hem heyecan verici hem de hüzünlüdür. Adıyaman Nemrut’a yolu düşüp de güneşin doğuşuna ya da batışına tanıklık edenler büyük ihtimalle bu duyguları derinden yaşamışlardır. Bir ara yolumuz düştüğünde dağın zirvesine çıkana kadar aynı gün içerisinde üç mevsimi birden yaşama şansını yakalamıştık. Arabayla dağın yamaçlarında dolana dolana uzayıp giden yolculukta rakım yükseldikçe aşağılara doğru baktığımızda sanki göğe çıkıyor gibi hissetmeye başladık. Zirveye ulaştığımızda etrafımıza baktığımızda göz alabildiğince uzanan dağlar, ovalar adeta ayaklarımız altındaydı. Büyük bir şaşkınlıkla tanrı heykellerin gölgesinde o muhteşem manzarayı izlemenin sarhoşluğu içinde mor dağların ardında güneş ufukta kaybolmaya başlamıştı.
O geceyi, Kommagene Kralı I. Antiochos, Zeus, Apollon ve Herakles tanrı heykellerinin koynunda geçirecektik. Karanlığın çökmeye başlamasıyla birlikte gökyüzü de adeta yıldız tarlasına döndü. Yıldızların böylesine parlak olmasının ve bu kadar sayısız gözükmesinin şaşkınlığı içinde, sabaha kadar bekleyerek güneşin doğuşuna şahit olacaktık.
Yıldızlara en yakın olduğumuz Nemrut’ta, gece anlatılmaz bir karanlıktaydı. Bu topraklar aynı zamanda çok görkemli bir uygarlığa da damgasını vuran Kommagene’nin kalbiydi. Zihnimizde düşünceler; geçmiş zamanla, bulunduğumuz an arasında gidip geliyordu. Bir dönemin en görkemli uygarlıkları bile; zamanını dolduğunda tarih olmaktan kurtulamıyordu. Tıpkı bizi karanlığa boğan gece gibi. Sabırsızlıkla gecenin yeni güne evrileceği tan vaktini beklemeye başladık.
Karanlık; kendini gecelerin hâkimi olarak görürken; gün ağarmaya başladı. Sonra ufuktan güneş, ateşten bir top gibi uç verdi ve ışık demeti ufuktan ovaya doğru süzüldü. Beklenen muhteşem doğuş gerçekleşiyordu; ufuk her saniye renkten renge bürünüyordu. Biz Nemrut’un zirvesinde, arkamızda Kommagene krallarının heykelleri, güneş ise aşağılardan bize göz kırpıyordu. Güneşin yeniden doğumunu zirveden aşağı doğru bakarak büyük bir heyecanla izliyorduk.
Şimdiye kadar güneşi hep gökyüzünde izlemeye alıştığımız için, bu durum çok şaşırtıcı gelmişti. Güneşin ufukta uç vermesinden kısa bir süre sonra, ufuk çizgisinden ayrılarak gökyüzünde boy vermeye başladı. Artık ’O’ bize yukardan bakıyordu.
Bu manzara karşısında insan yaşamıyla doğanın kendi döngüsü arasında ne kadar güçlü bir bağın olduğunu düşünmeden edemiyor. Şimdiye kadar hiçbir gecenin karanlığı daim olamadı. Vakti geldiğinde yerini aydınlığa bırakmaz zorunda kaldı. Gecenin karanlığı ne kadar zifiri olsa da, güneşin doğma vakti yaklaştığında, güneşin ilk ışıklarla birlikte gecenin karanlığı da yarıldı. Dünya için yeni bir sayfa, yeni bir gün başlıyordu. Yeni günün, yeni sayfanın içine neler yazılacaktı? Gün bitiminde, o günün sayfasına kimler nasıl bir not düşürecekti.