Öz yönetim konusunda öz eleştiri yapan Önen, “1 Kasım seçimlerinden sonra bölgede yaşanan öz yönetim ilanları, yerel demokrasinin gelişmesi noktasında HDP olarak rol ve misyonumuzu yeterince yerine getiremedik. Gerçekten de özyönetim sürecinin halkımıza aktarılması, anlatılması yönü eksik kaldı. Gerek HDP olarak gerekse de bölgenin siyaset yapan kesimleri olarak bu yönlü bir özeleştiri yapabiliriz ve yapıyoruz” dedi.
HDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Ömer Önen çözüm için Öcalan ile görüşmenin kilit önemde olduğunun altını çizerek, “Dolmabahçe’de olan bütün aktörlerin rol üstlenmesi gerekiyor. Herkes, barış, demokrasi için rolünü üstlendiğinde bu sorunun çözüleceğini düşünüyorum. Bu sorun çözülecekse sorunun muhataplarıyla çözülecektir, muhtarlar bu sorunun muhatabı değildir. Silahların susmasının muhatabı silah elinde olanlardır. Siyasal alandaki muhatap meclistedir, HDP’dir. Sorunun çözümünün tıkandığı nokta bugün geri dönülmesi gereken noktadır” şeklinde konuştu.
HDP Diyarbakır İl Eş Başkanları Gülşen Özer ve Ömer Önen ile çatışmalı sürecin nasıl sonlandırılacağını, çözüm sürecinin neden bozulduğunu ve yeniden çözüm sürecine nasıl dönülebileceğini, Sur’daki yaşanan yıkımın TOKİ ile ilişkisini, HDP’nin 1 Kasımdaki oy kaybını ve özyönetim talebini halkın neden yeterince sahiplenmediğini konuştuk.
İl Eş Başkanı Ömer Önen: “Şuradan başlayabiliriz; 2013’te Sayın Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda kamuoyuyla paylaştığı bir deklarasyonu vardı; ‘Silahların susması, şiddetin sonlandırılması ve demokratik bir siyasetin önünün açılması’ yönünde bir çağrısı oldu. Ve bununla beraber müzakereler, tartışmalar, HDP’den heyetlerin İmralı’ya gidip gelmesi bu sorunun aslında siyasi bir sorun olduğu ve çözümünün de meclis’te olduğunun altyapısının hazırlanmasına işaret ediliyordu.
“Dolmabahçe mutabakatı herkesin üzerinde hem fikir olduğu bir açıklamaydı”
İki buçuk yıllık bir çözüm süreci sonunda Dolmabahçe’de tarihi diyebileceğimiz bir açıklama oldu. Bugüne kadar resmi olarak kabul edilmeyen müzakere görüşmeleri 10 maddelik bir mutabakatla kamuoyuyla paylaşıldı. Ve sorunun çözümüne yönelik tarihin de verildiği aşamalarının olduğu yönünde bir gelişmeydi bu. İçinde Cumhurbaşkanının, Başbakanın, devlet ve hükümet yetkililerinin, Kürt hareketinin, Partimizin de içinde bulunduğu ve sorunun çözümünde hem fikir olunan bir açıklamaydı. Ne yazık ki açıklamadan hemen sonra Cumhurbaşkanının böyle bir masanın olmadığı, deklarasyonun, tarafların olmadığı hatta Kürt sorununun da olmadığı yönünde bir çıkışı oldu. Ve bugün içine düştüğümüz süreç bu çıkışın ardından yaşandı. Tabii ki Cumhurbaşkanının bu çıkışı, Ortadoğu’daki gelişmelerden, Ortadoğu’nun yeniden dizaynından bağımsız değildi. Suriye’deki, Rojava’daki gelişmeler, Kobani’nin durumu Cumhurbaşkanının ‘Kürt sorunu yoktur’ çıkışında etkili oldu.
“Gerçekten de özyönetim sürecinin halkımıza aktarılması, anlatılması yönü eksik kaldık”
1 Kasım seçimlerinde ise, HDP’yi baraj altına almak için AK Parti bütün argümanlarını kullandı. Ama bütün bunlara rağmen, halkımız bu sürece sahip çıktı. Ama özellikle 1 Kasım seçimlerinden sonra bölgede yaşanan özyönetim ilanları, yerel demokrasinin gelişmesi noktasında HDP olarak rol ve misyonumuzu yeterince yerine getiremediğimizi açıkça söyleyebiliriz. Neden bunu diyorum çünkü bu bir siyasal sorundu ve siyasetçilerin bu durumu iyi algılamaları ve halka iyi bir şekilde anlatılması gerekiyordu. ‘Demokratik özerklik’ 2015’in bir projesi değildi, 2011’de DTK’nın özyönetim ilanı vardı. Yerel demokrasinin bütün çoklu yöntemleriyle hayata geçirilmesi, altyapısının hazırlanması gerekiyordu ve burada da rol biz siyasetçilere düşüyordu. Gerçekten de özyönetim sürecinin halkımıza aktarılması, anlatılması yönü eksik kaldık. Gerek HDP olarak gerekse de bölgenin siyaset yapan kesimleri olarak bu yönlü bir özeleştiri yapabiliriz ve yapıyoruz. HDP olarak şunu söyleyebiliriz, biz barışın, demokrasinin, ortak vatanda buluşmanın yol ve yöntemlerini hayata geçirmenin çabası içindeyiz. Bugün yaşanan çatışmalı süreç, hükümet kanadında bir ‘hendek, barikat’ sorunu olarak görülse de ve yaşanan bu çatışmalı sürecin sorumlusu olarak partimiz gösterilmeye çalışılsa da hakikat bu değildir. 5 Haziran’da Diyarbakır’da mitingde, katliam niteliğinde bir patlama yapıldı ve o zaman hendekler yoktu. Yine Suruç’ta yapılan patlama, o zaman hendek mi vardı? Ankara’da her kesimden, çevreden yüzlerce insanın yaşamını yitirmesine yaralanmasına yol açan katliamın hendekle ne alakası vardı, Ankara’da hendekler mi vardı? Roboski katliamı yapıldı bu da mı hendek barikat meselesiydi? Bu yüzyılların sorunudur ve ortada çözülemeyen bir Kürt sorunu vardır, bunun adını doğru koymak gerekir. Ancak hükümetin politikalarına, icraatlarına baktığımızda ne sorunun adı doğru konulabiliyor ne de sorunun çözümü yönünde geçekçi bir politikası yok.
“Biz yaşamını yitirenleri siyaset malzemesi yapmıyoruz”
Cumhurbaşkanının son açıklamalarında da görüldüğü gibi hala yaşananların faturası HDP’ye çıkarılmaya çalışılıyor. Biz HDP olarak, bu süreçte kim olursa olsun, kimliği, rengi ne olursa olsun hiçbir insanımızın yaşamını yitirmesini istemiyoruz. Kürtler olsun Türkler olsun, asker polis olsun, gerilla olsun kimsenin hayatını kaybetmesini istemiyoruz, çünkü hepsi bu halkın evlatlarıdır. Biz, tek bir insanımızın dahi yaşamını yitirmemesi için elimizi taşın altına koyduk. Biz yaşamını yitirenleri siyaset malzemesi yapmıyoruz. Biz 1 Kasım seçimlerine giderken, miting yapamadık, çalışma yürütemedik. İnsanlarımızın, halkımızın yaşamını yitirmemesi için büyük bir çaba harcadık. Son yaşanan süreçte yaşananların sorumlusu ise biz değiliz, AK Partinin, hükümetin kendisidir.
“Süreç hendeklerle alakalı olarak sonlanmadı”
Kesinlikle öyle. Zaten öncesinde de bu yönlü açıklamalarımız oldu, bu konudaki düşüncelerimizi ifade eden değerlendirmelerimiz oldu. Gerek 7 Haziran’da gerekse de öncesinde özyönetime ilişkin düşüncelerimizi paylaştık. Seçim bildirgelerimizde de bunu dile getirdik. Ama özyönetim açıklamalarına karşı bir tutuklama kampanyası başlatıldı, insanlar katliamdan geçirildi ve bir imha süreci yaşandı. Doğrudur, özyönetimin, yerel demokrasinin ortak bir şekilde tartışılması gerekirdi. Peki, bunun zemini sağlandı mı, böyle bir durum yaşandı mı? Siyasetçiler bir araya geldi mi, özyönetimin ne olduğu dinlendi mi? Bize özyönetimi, yerel demokrasiyi tartışma ortamı şansı tanınmadı ki. Topyekûn bir güvenlik politikası, sokağa çıkma yasakları, dağları bombalama durumları yaşandı. Dolmabahçe görüşmeleri sırasında hendekler yoktu, ne oldu da o masa devrildi ve bu süreç başladı buna bakmak gerek. Siyaset zemininde bu taleplerin tartışılmasının önünü kim kapattı bunu görmek lazım. Süreç hendeklerle alakalı olarak sonlanmadı. Dolmabahçe mutabakatıyla süreç devam edebilirdi, özyönetim, yerel demokrasi talepleri siyaset zemininde bütün yönleriyle tartışılabilirdi. Başkanlık sistemi dahil bütün modeller tartışılabilirdi. Çünkü tüm bu sorunlar siyasi sorunlardı ve demokratik zeminde siyasetin çözebileceği sorunlardı. Bugünkü yaşanan bu çatışmalı süreç tam da mutabakat masası devrildikte, siyasi zemin dağıtıldıktan ve demokratik yol ve yöntemlerin bütün kapıları kapatıldıktan sonra başladı. Nasıl ki şu an başkanlık sistemi tartışılabiliyorsa, yerel demokrasi de tartışılmalıydı. Avrupa’daki birçok devlette bu var ve bunun şiddetle, silahla, baskıyla olacak bir şey olmadığını söylüyoruz. Biz HDP olarak şiddetin ve silahın devreden çıkarılması için elimizden gelen tüm çabayı gösterdik ve hala da bu çabanın içindeyiz.
“Sorunun kaynağı ne ise onlarla görüşülmesi gerekiyor”
Hükümet politikasını net bir şekilde açıklasın. Diyelim ki bugün hendek yok, hükümet ne yapacak? Barışın gelebilmesi için en önemli aktör Sayın Öcalan değil miydi? Neden görüşmeler kesildi, heyetlerin gidiş gelişleri neden durduruldu, masa neden devrildi, mutabakat neden yapılmadı? Dolmabahçe mutabakatı yok sayılmamış olsaydı bugün ne hendekler olacaktı ne de böyle çatışmalı bir süreç yaşanacaktı. Eğer bu mutabakat bozulmamış olsaydı bugün, demokratik özerkliğin, yerel demokrasinin, cezaevlerindeki tutsakların durumunun tartışması olacaktı. Biz HDP olarak demokratik bir siyasetin önünün açılması için sonuna kadar çabalayacağız. İnsanların ölmemesi, silahın, şiddetin devre dışı kalması için tıkanan yerin açılması gerekiyor ve bu da HDP ile alakalı bir durum değil, çünkü sürecin önünü tıkayan HDP değil. Ayrıca, hendeklerin başındakilerin, silahlı mücadeleyi başlatanların muhatabı biz değiliz. Bu sorunun kaynağı ne ise onlarla görüşülmesi gerekiyor. Birinci muhatap da şu an Sayın Öcalan’dır. Siyasetin yapılabilmesi için, demokratik siyasetin önünün açılması gerekiyor. “
“Halkın seçtiği belediye başkanlarının üzerine atanmışları getirmek tekçi zihniyetin bir ürünüdür”
Önen, “Belediyeler halkın yerel yöneticileridir. Aslında belediyeler halkın kendi kendini yönetecekleri, yerel demokrasiyi geliştirecekleri bir alandır. Bugün bölgede belediyeler HDP’nin elinde bu bile halkın yerel demokrasiye bir onayı olarak okunmalıdır. Aslında yerel demokrasi burada fiili olarak hayata geçirilmiştir. Ve HDP’li belediyeler üzerinde bugün uygulanan bakının nedeni tam da budur. Bugün kendileri özyönetim ilanı yapmadıkları halde sadece özyönetim ilanının yapıldığı bir ortamda bulundukları için müebbet ile yargılanan belediye başkanlarımız var. Böyle bir hukukla böyle bir anlayışla karşı karşıyayız ve bugün bu anlayışın sahipleri, belediyelerin yetkilerini Kaymakamlara devretmeye çalışıyor. Bu büyük bir hukuksuzluk ve baskı aracıdır. Halkın seçtiği belediye başkanlarının üzerine atanmışları getirmek tekçi zihniyetin bir ürünüdür. Sen seçilmişleri bir kenara koyup bütün yetkiyi atanmış birine veremezsin. Halkın % 70 80 90 desteğini alan bir seçilmişin ön planda olması gerekirken atanmış birinin öne çıkarılması yanlıştır. Hele ki bunu da mevcut hukuku bir kenara koyarak yapmak kabul edilemez. Ne demek, ‘Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir kenara ve 'ben bunu bu şekilde yaparım' deyin ve yapın’ böyle bir talimatın hukukla ne alakası var.
“Demokratik siyasetin önü açılmalı ve halka sorulmalıdır, bu halk ne istiyor”
Bütün bu baskı politikaları bir an önce son bulmalı ve sorunun özüne inilmelidir. Demokratik siyasetin önü açılmalı ve halka sorulmalıdır, bu halk ne istiyor. Başkanlık sistemi mi, özyönetim mi, kendisinin kaymakamlar, valiler tarafından yönetilmesini mi, kendi seçtiği temsilcileri tarafından yönetilmeyi mi ne istiyor? Referanduma gidilsin halka sorulsun, halk nasıl yönetilmek istiyor. Silahın, şiddetin olmadığı bir ortamda halk kendisini nasıl yönetmek istiyorsa öyle yönetsin, tercih halka bırakılsın. Devletle halk arasında köprü rolü Kaymakam’da, Valilerdedir. Ama bunu baskıyla yaparsan bu halkta devlete karşı bir önyargı gelişir. Ve bu yaklaşım da ülkeyi bir kaosa yol ayrımına götürmekten başka bir işe yaramaz. Bir Kaymakam gitsin halkın içine girsin sorsun, bu halk ne istiyor kendisi görsün. Neden bu halktan çekiniliyor, baskıyla, zulümle bu halkın iradesinin tanınmamasıyla nereye varacağız. Ölümle, kanla nereye kadar gidecek bu sorun. Aslında bölgenin yerel seçim sonuçları aynı zamanda özyönetim projesine bir onaydır. Çünkü bizim seçim bildirgemizde özyönetim talebi var ve biz bu taleple seçime gittik. Peki, hükümet 1 Kasım seçimlerine ‘Başkanlık sistemi’ talebi ile mi gitti, tam tersine 7 Haziran sonuçları başkanlık sistemine halkın bir tepkisiydi. Zaten hükümet de bunu bildiği için 1 Kasım seçimleri çalışmasında başkanlık sisteminden söz etmedi.
HDP’nin oy kaybını neye bağlıyorsunuz?
“Devletler halk için vardır, halk devlet için yoktur”
Demokrasinin birçok ayağı vardır ve burada demokrasinin hiçbir ayağı işletilmedi. Büyük bir bakı vardı bölgede, muhtarlar, korucular tehdit edildi. Sandıkların başında silahlı askerler duruyordu. Hiç kimse bu durumu görmezden gelemez. Devletler halk için vardır, halk devlet için yoktur. Bugün ise yaşadıklarımıza baktığımızda sanki halkı devlet için oluşturuyorlar. Oysaki devlet halk için ve halkın hizmetindedir. Ve bu hizmet sözde değil özde olmalıdır, önemli olan söz değil pratiktir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yeniden yapılandırma planlarından bahsediliyor, siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Tarihe, kültüre karşı bu yıkım, zarar, ziyan kimden kaynaklı oluyorsa olsun karşısındayız”
Aslında bugün çatışmaların yaşandığı yerlerde, toplumu, doğayı, kültürü, tarihi kendi özünde çıkaran bir felaket yaşanıyor. Şu an Sur’da UNESCO’nun koruması altında olan bütün tarihi yapılar zarar görüyor ve orada bugün büyük bir suç işleniyor. Tarihe, kültüre karşı bu yıkım, zarar, ziyan kimden kaynaklı oluyorsa olsun karşısındayız. Tam da o tarihin yok olmaması için Tahir Elçi, dört ayaklı minarenin önünde bir basın açıklaması yaptığı sırada yaşamını yitirdi. Öncesinde de çatışmalar yaşanmadan önceki süreçte de TOKİ’nin orada bir yeniden yapılandırma çalışması vardı. Sur’da UNESCO’nun koruması altında bir yerde yapılan hiçbir çalışma tarihi dokuya zarar verecek şekilde yapılamaz. Sur bir halkın tarihi geçmişidir ve yapılacak her türlü yeniden yapılandırma bu tarihsel öze, dokuya uygun olarak yapılmalıdır.”
Bu süreç ne zaman, nasıl sonlanacak ya da daha genel olarak Kürt sorunu nasıl çözülecek?
“Kürt sorunun çözümü, Kürtlerin demokratik haklarının tanınması ve bir statünün verilmesidir”
Aslında bu sorunun çözümünün nasıl olacağı tartışıldı. Biz bu sorunun çözümünün nasıl olacağını çözüm süreci boyunca yapılan görüşmeler, müzakerelere bakarak söyleyebiliriz. Oslo’yla başlayan ve sonrasında İmralı’yla süren görüşmeler, heyetlerin İmralı’ya gidiş gelişleriyle de kamuoyunca bilinen gelişmeler sorunun çözümü konusundaki ipuçlarını veriyordu. Silahların, çatışmanın, şiddetin devre dışı bırakılarak demokratik sürecin önünün açılması ve demokratik siyaset zemininde sorunların tartışılarak çözülmesinin esas alınması gerektiği ortaya çıkmıştı. Kürt sorunun çözümü, Kürtlerin demokratik haklarının tanınması ve bir statünün verilmesidir. Anadilde eğitim ve kültürel hakların tanıması yönlü taleplerinin karşılanmasıdır. Aslında çözüm sürecinde bütün bu sorunların çözümünün alt yapısı tartışıldı ve tüm Türkiye toplumu da buna hazır hale getirildi. Herkes kendi bireysel, grupsal, partisel menfaatlerini bir yana bıraktığında, yüzyılların biriktirdiği bu sorunun çözülebileceği görüldü.
Pek, toplumda hazırdıysa bu sorun neden çözülemedi?
“Dolmabahçe mutabakatına dönülmesini istiyoruz”
Hükümet Kürt sorunun var olduğunu, sorunun kendi sorunu olduğunu, çözülmesi gerektiğini söyledi ama sorunu Kürt haklının talepleri yönünde değil de kendince çözmeye çalıştı. Yoksa silahlar susmuştu, çatışmasızlık ortamı vardı, silahlı gruplar sınır dışına çekiliyordu, yani sorunun konuşulması, müzakere edilmesi için koşullar hazırlanıyordu. Ve bu süreç Dolmabahçe mutabakatıyla tarihi bir aşamaya gelmişti. Biz bozulan o 10 maddelik Dolmabahçe mutabakatına dönülmesini istiyoruz ve buna hazır olduğumuzu söylüyoruz.
“Sorunun çözümünün tıkandığı nokta bugün geri dönülmesi gereken noktadır”
O masaya dönülebilmesi için önce Sayın Öcalan ile görüşülmesi gerekir. Öcalan Kürt sorununun çözümünde kilit noktadadır. Sayın Öcalan’ın rol üstlenmesi gerekiyor. Meclisin rol üstlenmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanının, başbakanın rol üstlenmesi gerekiyor. Dolmabahçe’de olan bütün aktörlerin rol üstlenmesi gerekiyor. Herkes, barış, demokrasi için rolünü üstlendiğinde bu sorunun çözüleceğini düşünüyorum. Bu sorun çözülecekse sorunun muhataplarıyla çözülecektir, muhtarlar bu sorunun muhatabı değildir. Silahların susmasının muhatabı silah elinde olanlardır. Siyasal alandaki muhatap meclistedir, HDP’dir. Sorunun çözümünün tıkandığı nokta bugün geri dönülmesi gereken noktadır.”
Ali Abbas YILMAZ / Özel Haber