Hayır demek için HDP’li olmaya gerek yok

HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım, 16 Nisan tarihinde yapılacak olan referandum öncesi gazetemize konuşarak önemli açıklamalarda bulundu.

Referanduma sayılı günler kala partilerin saha çalışmaları tüm Türkiye’de olduğu gibi bölge illerinde de yoğunlaşmaya başladı. Referandum sonuçlarının en çok merak edildiği il olan Diyarbakır’da ise ciddi bir seçim havası olmamasına rağmen başta HDP, AK parti ve CHP bir hareketlilik içinde.  Partilerin seçim çalışmaları devam ederken, bizde gazete olarak bölgede ve Diyarbakır’da partisinin seçim çalışmalarını yürüten HDP’nin grup başkanvekili Ahmet Yıldırım ile bir araya gelip, çalışmalarını sorduk.  Yıldırın, Kürt sorunun çözümü, HDP’li vekillerin tutuklanması ve kayyumlar konusu başta olmak üzere bir çok konuda gazetemize önemli açıklamalarda bulundu.

İşte Yıldırım ile yaptığımız röportajın tamamı;

Bölgede referandum çalışmalarınıza dair neler paylaşmak istersiniz?

‘Kitlelerin büyük kaygı ile izlediği bir tedirginlik vardı’

 “Açıkçası bütün Türkiye’nin kaygıyla, tedirginlikle izlediği bir süreci yaşıyoruz. Bu sadece referandum kararının alındığı, Kasım ayında anayasa komisyonuna indirilen ve Ocak ayında meclis genel kurulundan geçen bir sürecin ürünü olarak değil de 2 yıl önceden ülkenin çözüm sürecini bitirdiği günden itibaren gerek devlete ve siyasi iktidara müzahir gerekse de bölgedeki toplumsal muhalefete müzahir olan,  kitlelerin büyük kaygı ile izlediği bir tedirginlik vardı. Bu tedirginlik her seçim döneminde artar ama bunun yanı sıra bu referandum süreci, hani bu ülkeyi 4 yıllığına hangi hükümetin yöneteceği, parlamento üyelerinin kimler olacağının belirlendiği bir seçim değil de bunun yanı sıra bir de ülkede belki de on yıllarca etkisini gösterebilecek olan bir rejim değişikliği tekabülü algısı var toplumda. İnsanlar, hani ülkeyi 4 yıllığına biri yönetir de yanlış yaparsa çeker gider ama burada oylamaya sunulan şey tümüyle bir rejim değişikliğine tekabül ettiği için insanların bilerek ya da bilmeyerek büyük bir kaygı duyduğu ve bu kaygının sebebinin de iktidarıyla muhalefetiyle siyaset kurumundan kaynaklandığı bir süreci yaşıyoruz.

‘İktidar hep yanlış okumlar üzerine son 2 yılı işletti’

Buradan referanduma biraz içerik olarak gelecek olursam; evet, batıdakiler, bir ara yazarların akademisyenlerin modernist kaygılılar diye ifade ettiği Türkiye’deki ulusalcılar, Cumhuriyetçiler bir daha eski yaşam döngülerinin olmayacağı kaygısını taşıyorlar ve bunun için karşı çıkıyorlar. Doğru, evet bu değişiklik gerçekten yaşam akışımızı değiştirebilir. Sosyal olarak, toplumsal, kültürel, ekonomik ve diplomatik olarak, uluslar arası ilişkiler anlamında değişiklikler yaşanabilir. Ülkenin batısı açısından sadece bunlar ile sınırlıyken, ülkenin doğusunda Kürtler açsından ise bunlarla beraber bir de özellikle Kürt coğrafyasında son iki yılda cereyan eden ve hepimizin içini karartan, birçok açıdan değer yargılarımızı kaybetmemize sebep olan, kentlerin yıkımına neden olan, insanların diri diri yakıldığı ve çoğulcul bir ortamda öldürüldüğü süreçlerin tanığı bir bölgedeyiz biz. Bu yönüyle eğer ülkenin batısındaki bir Türk’ün bu referandumda ‘Hayır’ için bir gerekçesi varsa bizim coğrafyamızdaki Kürt vatandaşlarımızın ise birden fazla gerekçesi vardır. Tabii iktidar hep yanlış okumlar üzerine son 2 yılı işletti. Aşırı güvenlikçi politikalar üzerinden geliştirmiş olduğu baskı ortamında insanların kendi can güvenliğini bile riske attı. Düşününki, bir demokratik eylem ve etkinliği yasal çerçevede yaparken bile canını kaybetme kaygısı taşındı. Artık gözaltına alınma kaygısının ötesinde, canı kaybetme korkusuyla karşı karşıya kalma halini yaşamıştı. Buradan hareketle 8 Mart’ta başlayan, Newroz’da açığa çıkan kitlesellik bir daha toplumsal muhalefetin yeşermeyeceği biçimde sönümlendiği düşüncesi ve iddiasında olanların çok ciddi yanılgı içerisinde olduklarını tecrübe etmiş olduk. Evet, itiraf etmeliyim ki,  halkın üzerine örtülmeye çalışılan ölü toprağının atılması için biz de bir çaba içerisindeydik ama ben Newroz’da Hakkâri ve Yüksekova’daydım ama Van’a uğradım. Diyarbakır, Cizre ve Batman ile sürekli irtibat halindeydik.  İtiraf etmeliyim ki, halk bunca yemiş olduğu vurguna rağmen, güvenlikçi doktrinlerin yaşam bulmasına rağmen bizi bile şaşırtacak kadar büyük bir kitlesellik açığa çıkardı. Baskı politikalarına boyun eğmeyeceğini, baskı politikaları ile bu yüzyıllık toplumsal meselelerin çözülmeyeceğini, en azından Kürtlerin susturulamayacağını tecrübe etmiş olduk. Bunun demokratik yollarla, demokratik eylem ve etkinliklerle, meşru yöntemlerle tecrübe edimleş olması bizi sevindirdi. Herhangi bir şiddet olayının olmayışı, Diyarbakır’da bir gencimizin öldürülmesi dışında herhangi bir can kaybımızın olmayışı, bir şiddet olayının açığa çıkmadan bu baskı örtüsünün halkın üzerinden atılmış olması bizi sevindirdi. Silah yok, herhangi bir çatışma yok, herhangi bir şiddet eylem ve etkinliği olmaksızın, halkın yeniden ayağa kalkışı, deyim yerindeyse dirilişi bizim açımızdan anlamlı ve değerliydi.

‘Hayır’ diyenlerle ilgili bazı açıklamalar var, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Halkın karşısında durarak, iktidar gibi düşünmüyor diye insanları kriminalize ederek, terörist diye niteleyerek bir yere varamayacağını anlamış olmalı ki, üç gündür Cumhurbaşkanı da artık ‘Hayır’ diyenlerin de ‘Evet’ diyenler kadar meşru bir noktada durduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Bunların özellikle başta bizim partimiz olmak üzere kitlesel etkinliklerle birlikte sahaya inişimizin bir neticesi olduğunu, hükümetin yavaş yavaş sorgulamaya başladığını, bundan sonra çık iddialıyım ki, eğer ‘Hayır’ sonucu çıkarsa ki, ben öyle inanıyorum, biz 17 Nisan’dan sonra milliyetçilik üzerinden bir daha bu ülkede siyaset yapmanın denenmeyeceğini düşünüyorum. ‘Hayır’ çıkarsa şiddet politikaları üzerinden bir daha toplumsal meselelerin çözümünün bir yöntem olarak ön plana çıkmayacağını düşünüyorum. Ondan sonra milliyetçiliğin, ırkçılığın bir yana bırakılacağını, savaş ve güvenlikçi politikaların bir yana bırakılacağını, toplumsal meselelerin çözümünde barışçıl politikaların daha fazla ön plana çıkacağına inanıyorum ki, halk buluşmalarımızda da ısrarla bunu gündeme getirdim. Bu referandumda ‘Hayır’ son 2 yıllık savaş politikalarına hayır’dır. Buradaki toplumsal kamplaşmaya karşı barışı öne çıkarmak için ‘Hayır’ diyoruz. Derinleşen ekonomik krize karşılık insanların alım gücünün artmasına, enflasyonun düşmesine, işsizliğin azalmasına, ekonomik refah düzeyinin artmasına dair ‘Hayır’ denilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok açık söyleyeyim eğer ‘Evet’ çıkarsa zaten son bir buçuk yıldır uluslar arası arenada bir tecrit olma halini yaşayan Türkiye’nin daha derin bir tecridi ve dışlanmışlığı yaşayacağını, bunun içte yaşayacağı siyasi ve ekonomik krizi dahi düşünmek istemiyorum ama çok daha derin olacaktır.

‘Evet’ ya da ‘Hayır’ın Kürtlere getirisi, Kürtlerden götürüsü ne olur?

 ‘Hayır’ demek açık söylüyorum, kentlerin yıkımına, insanların öldürülmesine, cenazelerin sokak ortasında bekletilmesine, diri diri yakılmasına, Cizre’ye, Silopi’ye, Sur’a Gever’e, Şırnak’a hayır demek anlamına gelecek. ‘Hayır’ demek OHAL ve KHK’lar Cumhuriyetine hayır anlamına gelecek. ‘Hayır’ 110 bin asker, polis, doktor, sağlıkçı, eğitimci bir bütün olarak memurların işten atılmasına ve bunların bir yargı kararı olmaksızın atılmasına hayır demek anlamına gelecek. ‘Hayır’ demek, barışa karşı savaş politikalarına hayır anlamına gelecek. ‘Hayır’ demek, çözüm sürecinde masanın devrilmesine hayır demek anlamına gelecek. ‘Hayır’ demek, haksızca, hukuksuzca anayasaya aykırı bir biçimde siyasetçiliğimizin sorgulandığı, dokunulmazlığımızın kaldırıldığı, vekillerimizin, eşgenel başkanlarımızın tutuklanmasına hayır demek anlamına gelecek. ‘Hayır’ demek, belediyelerin, deyim yerindeyse – bunu siyasi bir tabir olarak kullanıyorum- gasp edilmesine ve belediye başkanlarımızın, meclis üyelerimizin, yerel yöneticilerimizin, siyasi parti yöneticilerimizin tutuklanmasına hayır demek anlamına gelecek.

 

 

‘ ‘Hayır’ demek için HDP’li olmaya da gerek yoktur’

 Buna karşılık eğer ‘Evet’ denirse, Çözüm süreci bittiğinden, masa devrildiğinden beri bu ülke gün yüzü görmedi. Çözüm süreci bittiğinden beri bu ülkenin iki yakası bir araya gelmedi. Çözüm süreci bittiğinden beri bu ülkenin uluslar arası itibarı azaldı. Çözüm süreci bittiğinden beri bu ülkede içte ve dışta gerilim hali derinleşmiş oldu. Eğer ‘Evet’ çıkarsa çok üzülerek ifade edeyim, uluslararası toplumdaki dışlanmışlık hali, itibarsızlaşmış olma hali derinleşecek, buna bağlı olarak ekonomik kriz, enflasyonun yükselmesi, işsizliğin artması, fakirliğin ve fukaralığın diz boyu toplumun her alanında hissedilmesi sonucunu doğuracak. Ben bu anlamda ‘Hayır’ derken ne bir siyasetçi ne bir sosyal bilimci ne de bir Kürt olarak değil, bir insan ve bu ülkenin ortak vatanı içerisinde demokratik koşullarda yaşamayı arzulayan bir yurttaş olarak hayır dediğimi ifade etmek isterim. Kaldı ki, ‘Hayır’ sadece parti olarak bizim ukdemizde olan bir şey değil ve ‘Hayır’ demek için HDP’li olmaya da gerek yoktur.

Referandumda ‘Hayır’ çıkması yeni bir çözüm süreci anlamına da gelir mi, bu yönlü bir beklentiniz var mı?

‘Kürt karşıtlığı üzerine kurulan bu askeri güvenlikçi koalisyon kesinlikle dağılacaktır’

Benim az önce ayrıntılı olarak açtığım ve sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz üzere, bu kadar kötülükler 7 Haziran’dan sonra başladı. Miladı, siyasi olarak 28 Şubat 2015’tir ama siyasi ve askeri olarak bitiş günü ise 20 Temmuz Suruç patlamasıdır. Aslında bu çatışmalı şiddet ortamı ve savaş sarmalı 7 Haziran’dan sonra kararlaştırıldı ama şunu açık ifade edeyim ki, 7 Haziran’dan beri ülkeyi kâğıt üzerinde AKP hükümeti yönetiyor gibi görünebilir ama bu politikaların sahipleri, bölgede ölümleri, kanı sıradanlaştıran, 2 yıl önce bu çatışmalı ortamın açığa çıkardığı sayı 40 bin iken bugün ise 47 -48 bin arasında rakamlandırılan süreç AKP iktidarının siyasi sorumluluğunda olmakla birlikte aslında bir koalisyon tarafından yürütüldü.  7 Haziran’dan beri Cumhurbaşkanlığı Sarayıyla ortaklaşan Ergenekoncular var, ülkücüler var, Vatan Partililer, Osmanlı Ocakları, Avrasyacılar vs… hepsinin ortak bir koalisyonu saikinde yapıldı. Hepsinin de ortak noktası maalesef bir toplumsal mesele olan Kürt meselesini yeniden ‘teröre’ indirgeme anlayışının askeri yöntemleri ön plana çıkarmasının sonucudur. Ya değilse, dünya tahayyülleri bu kadar farklı olan, ideolojik kodları bu kadar farklı olan çevrenin bir araya gelmesini Kürt karşıtlığı dışında başkaca bir anlamı olamaz. Bu yönüyle bu bölgede, Kürt coğrafyasında yürütülen, insanın içini karartan bu çatışmalı ortam bir koalisyon saiki ile yürütüldü. Özellikle açıkça ifade edeyim, darbe sonrası daha bariz bir biçimde öne çıkan; emniyet AKP tarafından ülkücülere, ordu ise ulusalcı ve Ergenekonculara devredildi ve böyle bir koalisyonla yürüyor. Yani, Tayyip Erdoğan’ın bir kolunda Devlet Bahçeli bir kolunda Doğu Perinçek olmak üzere 7 Haziran’dan beri bu coğrafyada çatışmalı ortam yürüyor, kan akıyor, insanlarımız, gençlerimiz toprağa düşüyor. Eğer ‘Hayır’ çıkarsa bu koalisyon bozulacaktır. Bu bu kadar nettir çünkü Kürt karşıtlığının siyasi rant oluşturabileceği saikiyle oluşturulmuş bir koalisyondu. Ve bunun sonuç vermediği, 3 - 4 partinin biri birine eklemlenmesine rağmen; AK Partinin, MHP’nin, BBP’nin ve irili ufaklı parti ve çevrelerin desteğinin normalde % 65’ler civarında bir oy’a tekabül ederken bugün hala % 50 kaygısı taşınıyorsa bu koalisyonun buruşturulup çöpe atılması ve devreye konulmuş olunan çökertme planının ise iflas ettiği anlamına gelecektir. Ondan sonra da AKP ne kadar bir siyasi iktidar olarak kalır onu da bilmiyorum. Çünkü ben ‘Hayır’ çıkması halinde AKP’nin bölüneceğini kısmen kulis bilgisi olarak kısmen de öngörü olarak söylüyorum. AKP,  ‘Hayır’ çıkması durumunda kendi içerisinde ikiden fazla parçaya da bölünebilir. Kendi partisi dışındaki 7 Haziran’dan sonra Kürt karşıtlığı üzerine kurulan bu askeri güvenlikçi koalisyon kesinlikle dağılacaktır, ülkenin önü açılacaktır. Askeri yöntemler dışında sosyal diyalog ve uzlaşı yöntemlerinin ön plana çıkacağını düşünüyorum.

 

 

 ‘Evet’ çıkarsa CHP, ‘Hayır’ çıkarsa AKP bölünecek’

İçerisinde AK Partiyi kurmuş olan, ona bakanlık yapmış olan, onun adına meclis başkanlığı yapmış olan, onun adına Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış olan isimlerin de olabileceği yeni bir merkez sağ oluşum aynı şekilde yeni bir merkez sol oluşum da açığa çıkabilir.  Çünkü bu referandumda bizim partimiz dışında herkes bir kumara yattı. Eğer ‘Evet’ çıkarsa CHP bölünecek,  ‘Hayır’ çıkarsa AKP bölünecek. Evet’te de Hayır’da da birliğini, dirliğini, siyasi aktivitesini tek parça olarak sürdürecek olan bir tek HDP olacaktır.

Burada 17 Nisan günü politik senaryosu olan tahayyülü olan kimse yok. ‘Evet’, çıkarsa 17 Nisan’da ne yapacaksınız, ‘Hayır’ çıkarsa ne yapacaksınız?

Bizim buna dair son MYK’mızda 6 buçuk saat bunun üzerine tartışıldığını ve buna dönük hazırlıklarımızın olduğunu ifade edeyim. Biz, ‘Hayır’ çıkarsa kendimizi birilerini bozguna uğratmış saymayacağız. Ülkeye yeni, temiz bir sayfa açılmasının gününün geldiğini, bunu bu ülkede legal demokratik siyaset içerisinde uzlaşıyla, masada konuşarak ülkenin sorunlarını çözmek isteyen herkesle birlikte hareket etmenin politik hattını açacağız. ‘Evet’ çıkarsa ve ben çıkmayacağına inanıyorum, o zaman biz yine son 2 yıl amasız bir şekilde yürüttüğümüz mücadeleyi yeni örgütlenmelerle güçlendirerek mücadelemize devam edeceğiz. Ama CHP’nin bırakın K, P, Z planlarını B planları dahi yok. Bizim buna dönük A, B, C, D vb… planlarımızın olduğunu ifade etmek isterim. Ne ‘Hayır’ ile birilerini bozguna uğratmış sayacağız ne de ‘Evet’ ile kendimizi yenilmiş sayacağız. Çünkü Türkiye’deki en yüksek 20 ‘Hayır’ oranının, -il bazında- en az 13 – 14 tanesi Etkinliğimizin olduğu Kürt şehirlerinde çıkacaktır.

Diyarbakır ve Bölgede 16 Nisan referandumundan beklentiniz nedir?

‘Anketlerde oy oranımız 10.85’

Tabii ki, siyaset bir sosyal bilimdir ve rakamlar üzerinden kesin bir şeyler söylemek doğru olmaz. Bizim de parti olarak hem ülke genelinde hem de bölgeye ilişkin olarak yaptırdığımız bir anket var. Şunu söyleyebilirim, bir defa partimizin oy oranı 4 Kasım siyasi darbesinde, eşgenel başkanlarımız, milletvekillerimiz tutuklandıktan sonra tedrici olarak arttı. Ve şunu çok iyi biliyoruz ki, bizim açımızdan bundan daha dip nokta yok. Düşünün, son 17 ayda 11 bin gözaltı, 5 bin 200 tutuklamaya uğramış bir parti hala siyaset yapabiliyor ve hala anketlerde oy oranımız 10.85 çıkıyorsa, dip noktası bu ise bizim artık kemik oyumuzun bu olduğunu söyleyebilirim. Bundan sonra izleyeceğimiz daha doğru bir siyasi hatla bunun üstü olur altı olmaz. Biz baraj problemi yaşayan bir parti değiliz, seçim barajının düşürülmesini de kendi patimiz için değil, temsilde adalet için istiyoruz. Mesela bunu MHP için istiyor olabiliriz. Çünkü ben MHP’nin baraj sorunu yaşayan bir noktaya kendi eli ile kendisini ittiğini görüyorum.

Politikaları iflas etmiştir

Az önce rakamlarla ifade ettiğim gözaltı ve tutuklamalara 15 yılki siyasi iktidar AKP uğramış olsaydı bugün siyaset yapamazdı; 85 yıllık CHP uğramış olsaydı bugün siyaset yapamazdı. Ama bütün bunlara rağmen parlamento çalışmalarını, ilçe teşkilatlarını açık tutma halini, hala 70 ilde örgütlülüğünü ve referandum kampanyasını yürüten 66 il’e referandum programı örgütleyen bir parti isek bu politika iflas etmiştir. Eşgenel başkanlarımızın, milletvekillerimizin, ilçe teşkilatlarımızın, genel merkez yöneticilerimizin tutuklanmasının halkta bu zulüm politikalarına karşı partimizi mazlumca sahiplenme, mazlumdan yana tavır koyma oranını ortaya koymaktadır. Bu sahada yaptığımız anketlerle de ortaya çıkmış bir durumdur.

Buradan bir başka mantıkla ‘Hayır’ diyen CHP’ye dönük bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Mesela CHP’nin ülkenin batısında yapılmış bir mitingi var mıdır? Etkinliklerinin tamamı kapalı mekânlarda yapılıyor. Eski genel başkanları Deniz Baykal, yeni genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu kapalı mekânlarda ve yine genel başkan adayları M. İnce hala kapalı salonlarda toplantılar yapıyorlar. Çok çok sınırlı sayıdaki kişilerle adına miting diyemeyeceğimiz hitaplarda bulunuyorlar.

Sizce neden kapalı mekânlar tercih ediliyor?

Bu durum, güvenlikçi politikalara boyun eğme halini ifade ediyor. Diyarbakır’a herkes gelip siyaset yapabilir; AKP de CHP de MHP de ve parlamentoda grubu bulunmayan siyasi partiler de. Yalnız takip etmeye çalışıyorum, CHP’nin son bir buçuk ayda Diyarbakır’a heyetler gönderme anlayışını batıda sergilememeyişini anlamakta güçlük çekiyorum. Bizim zaten eylem ve etkinliklerimizin güçlü olduğu yerlerde CHP’nin gelip bu kadar yükleniyor olma halini anlamakta güçlük çekiyorum. Üç gün önce Eren Erdem Hakkari’de sadece esnaf ziyaretine gitmiş ve esnaf ziyaretini bir mitinge dönüştürdü bu sevindirici bir şeydir. Ama buradan Kürt coğrafyasındaki Kürt seçmenleri ele geçirdik, bunlar CHP’li olduğu sonucuna varıyorlarsa çok büyük yanılıyorlar. Bu asla onların bölgede siyaset yapmalarına karşı çıkma düşüncesi olarak algılanmasın. Sonuna kadar hakları vardır. Bundan hiçbir şekilde bir tereddüdüm yok ama CHP’nin kendi etkinliğinin yüksek olduğu yerlerde bunu yapmıyor olmasını ben anlamakta güçlük çekiyorum. CHP gelip burada yapacağına AKP ve MHP ile belli bir dengede siyasi rekabet içinde olduğu Çukurova’nın önemli kentlerinden biri olan Adana’da neden bir miting gerçekleştirmiyor. CHP, Mersin’de neden miting tertip etmez anlamıyorum. Bu iki ilde de 8 ve 9 Nisan’da mitinglerimiz var. Bu yönüyle şuan ‘Hayır’ cephesinin en dirençli ve en direnişçi partisi HDP’dir.

Diyarbakır’dan beklentiniz nedir?

7 Haziran’da da 1 Kasım’da da Diyarbakır’da almış olduğu oy oranı vardır. Diyarbakır’da %70’in altına düşmemek üzere bir ‘Hayır’ oyunun çıkacağını bunun da çalışmalarımızla alakalı olduğunu söyleyebilirim. CHP seçim otobüsü ile referandum çalışması yaptığını düşüyor. Ana arterleri ve bulvarları müzik eşliğinde otobüs ile dolaşmak referandum çalışması değil sadece bir görselliktir, bir görüntüdür ama HDP o ana arterde değildir ara sokaktadır, sitelerin içinde, gecekondularda kapıyı çalan el sıkandır. Biz otobüsten el sallayan değiliz. Bizim böyle bir yapısal farkımızın olduğunu ifade etmek isterim.

Cumhurbaşkanın Diyarbakır konuşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Cumhurbaşkanı referandum çalışması için gelmiyor, kabinesi ile birlikte bir toplu açılış törenine geliyor ama baştan sona referanduma ilişkin konuşuyor. Ben belediyemin bitirmiş olduğu bir projenin açılışına gidersem orada referandum konuşması yapmam. Yerel yönetimlerimizin nasıl hizmetler ürettiğini anlatırım. Cumhurbaşkanı, toplu açılış töreninde referanduma dönük bir konuşma yapıyor. Kaldı ki, anayasanın 104 -105’inci maddeleri Cumhurbaşkanına siyaset yapma hakkı vermiyor. Anayasayı çiğneyen bir Cumhurbaşkanı gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bir de kendisine anayasal zırh elde ederse bu Cumhurbaşkanının ülkeyi nasıl yöneteceğini varın siz düşünün. Buradan hareketle biz bir kere kuruluş felsefemizin ülkenin bütün meselelerini konuşarak, diyalog yoluyla çözmeyi öncelemiş bir partiyiz. Bizim bir kişiyi dağa çağırdığımız yok. Diyor ki, ‘Biz gençleri parlamentoya çağırıyoruz, onlar ise dağa çağırıyor’. Bakın o kadar manipülatif bilgilerle toplumsal algı yönettiler. Neymiş, ‘Milletvekilleri, eşbaşkanları terörist taşımış, silah taşımış’ vs… tutuklu 13 vekilimizin tamamının iddianameleri çıktı, danışman arkadaşlarımla birlikte tamamını okudum, bir defa, bu siyasallaşmış yargının savcıları bile hiçbir milletvekilimizle ilgili örgütsel bir bağ ortaya koyamamış. Herhangi bir örgüt mensubunu taşıma, silah taşıma ile ilgili bir tane ibare savcılık iddianamelerinde yoktur.  Cumhurbaşkanı diyor ki, ‘Ben belediye başkanlığı elinden alınan mağdur bir siyasetçiyim’. Bunu diyen, Kürtlerin siyaset merkezi olan, gönüllerinin en önemli noktası olan Diyarbakır başta olmak üzere 84 belediyeye el koymuş. Bunlardan 56’sını tutuklamış. Kayyumun arkasına sığınmış, demokratik siyasette, meşru yöntemlerle seçim sandığında bizimle baş edemeyen, hayatta kazanmayı aklının ucundan geçiremeyeceği belediyelere el koyan bir Cumhurbaşkanı bunu söylüyor ve bunu da savunuyor.

Kayyumların hizmetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günü birlik, makyaj yapan hizmetler üretiyor. Biliyorsunuz Diyarbakır’a kar felaketi geldiğinde trafik kilitlenmişti. Caddeleri, kaldırımları temizleyemediği, insanların kaldırımlarda yürüyemediği, araçların caddeden sağlıklı bir şekilde gidemediği, kar temizleyemeyen bir kayyum gerçekliğini Diyarbakır halkı kendisi tecrübe etti. Şimdi kar temizleyemeyen birinin bir kentsel problemi teknik olarak çözebilme ufku, vizyonu olabilir mi, olamaz.

Belediye hizmetlerine dair büyük projelerin kış mevsimi dolayısıyla hayata geçirilemediği ve baharla birlikte projelerin hayat bulacağı yönünde bir savunma var buna ne diyeceksiniz?

 

 

‘Kar temizleme araçlarını Temmuz ya da Ağustos’a mı hazırlıyorlar’

Biliyorsunuz Diyarbakır’a Ağustos ayında kar yağmıyor; kar Diyarbakır’a Ocak’ta, Şubatta yağar ve o gün temizlenmesi gerekir. Yani, kar temizleme araçlarını Temmuz ya da Ağustos’a mı hazırlıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar? Diyarbakır öyle önceki yıllar gibi yaygın bir kar yağışına da sahip olmadı, en fazla birkaç gün yağdı. Ben bunların 16 Nisan’dan sonra burayı yönetemez hale geleceğini, halkın tepkisinin artan düzeyde yeniden örgütleneceğini ve görev süreleri sona erdikten sonra ne hizmet ürettiklerine, ne kadar bütçe harcadıklarına bakacağım. Arkadaşlarımızın birçoğu borçsuz belediyelere sahip iken belediyelere el konuldu. Bir de bunların görev süresi sona erdiğinde ne kadar borçlu bırakacaklarını göreceğiz.

KCK ana davası sonuçlandı, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ben de bu davanın sanıklarından biriyim. Bu davanın sanığı olan 8 milletvekili var. Geçen yıl Nisan ayında dokunulmazlıklarımız kaldırılmadan önce 8 milletvekilinin dosyasını tefrik etmişlerdi, yani ayırmışlardı. Onun için bizim karar 28 Mart günü çıkmadı. Muhtemelen birkaç ay içinde bizimki de sonuçlanacaktır. Bu dava 2009’dan bugüne kadar 5 savcı, 7 hakim gördü. Tamamı görevden alındı ve 10’u da tutukludur. Yani, bu cezayı verenler, bana, size, topluma göre değil daha yargı kararı kesinleşmediği için ama iktidara göre ‘terörist’ olanların hazırlamış olduğu dosyalarla bu kararı verdiler. Yani bir ‘terörist’ iddianameyle arkadaşlarımız, siyasetçilerimiz bu cezaları aldılar. Düşünün, ‘terörist’ birinin hazırladığı 7 bin 500 sayfalık düzmece iddianame. Kendi adıma konuşuyorum, 5 yıl boyunca birçok duruşmasına gittim,  o güne kadar benim ifademi almamış olan mahkeme 10 Kasım’da benim hakkımda zorla getirme kararı verdi. Ben ve Sayın Baydemir 23 Ocak günü gözaltına alınarak hakim karşısına çıkarıldık.

Hendek, Barikat olaylarının önlenmesi noktasında HDP’nin yeterince çaba göstermediği noktasında eleştiriler var, HDP bu konuda etkin bir rol oynamadı, etkin bir siyaset yürütmediler bu konuda neler söylemek istersiniz?

‘Halkımıza bir özür borcumuz var’

Öncelikle şunu söyleyeyim; son 2 yılda açığa çıkmış olan savaşı bizim çıkarmadığımız konusunda iç ve dış kamuoyu zaten mutabıktır. Ama bu savaşı bizim çıkarmamış olmamız, bu açığa çıkmış olan savaştaki sorumluluğumuzu siyasetçiler olarak ortadan kaldırmaz. Bunu tüm içtenliğimle söylüyorum, evet çıkaran biz değildik ama biz bu savaşı önleyemeyendik. Bu konuda sorumluluğumuzun olduğunu kabul ediyorum. Ama şunu ifade edebilirim ki,  9- 10- 11 Eylül günleri 2015’te bizim Nusaybin’den başlattığımız Kızıltepe, Diyarbakır, Silvan, Lice, Muş, Varto, Ağrı, Van ve Yüksekova’da sonlandırdığımız, Eşgenel Başkanımız ve benim de içinde olduğum 14 Milletvekili ile 7 bin km gezdik ve bütün halk buluşmalarında hendeğe, barikata, molotofa, silaha gerek yok, Kürt meselesinin çözümü için bir bedel gerekiyorsa 80 vekil olarak biz bu bedeli ödemeye hazırız dedik. Bu aslında gelmekte olan kirli savaşı önlemeye dönük bir çabaydı. Ve çatışmaların olduğu her yerde milletvekillerimiz çatışmaların sonlanması için kendilerini canlı kalkan yaptılar. Tabii ki, yine de bütün bu çabalarımız bizim bunu önleyememe yönündeki sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz.  Bu konuda halkımıza bir özür borcumuzun olduğunu ifade ediyorum. Bu özür sadece sözlü olarak olmaz, bu ülkeye Türküyle Kürdüyle, Alevisiyle Sünnisiyle, bütün etnik, dinsel, mezhepsel çoğulculuğuyla birlikte bu ülkeye kalıcı ve onurlu bir barışı getirerek, tesis ederek ancak o zaman onlara olan borcumuzu ve sorumluluğumuzu ortadan kaldırmış oluruz.

‘Bunlar ne HDP’ye bağlı yayın organları ne de komisyonlardır’

Bakın hem Avrupa Konseyi İnsan Hakları İzleme Örgütü hem Birleşmiş Milletler İnsan Hakları İzleme Örgütü Sur ve Cizre ile ilgili raporlarını yayınladılar. İki kuruluş da hazırladıkları raporlarla yapılan işlerin insanlık suçuna tekabül ettiklerini rapor ettiler. Bunlar uluslar arası kurumlar. Bunlar ne HDP’ye bağlı yayın organları ne de komisyonlardır. Ve orada AKP’ye yüklenen sorumluluk da bellidir, bize yüklenmeyen sorumluluk da orta yerde duruyor. Biz bunun sebebi değiliz. Sadece biz bu çatışmalı ortamı engelleyemediğimiz için halkımıza karşı kendimizi sorumlu hissediyoruz.

Yakın zamanda Adalet Bakanı ile bir görüşmeniz oldu mu, bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bir defa alabildiğine insani bir konu için bizden bir görüşme talebi oldu. Dün Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder açlık grevleriyle ilgili olarak görüşeceği taahhüdünde bulunan Adale Bakanı görüşemedi. Bu öyle yeni bir diyalog sürecinin başladığına nişane falan değil. Bu Cuma günü ise kesin görüşeceğini söylemiş. Biz, cezaevlerinde kritik evreye ulaşmış olan açlık grevlerinin sonlandırılması amacıyla bir görüşme talebinde bulunduk. Şimdiye kadar Eş genel başkanlarımızla sadece üç kişi görüşebildi, bunlardan biri de en son iki ay önce iki eşgenel başkanımız ve 9 milletvekilimiz ile görüşme imkânı buldum. Milletvekili, Ceza ve Tevkif Evleri yönetmeliğine göre sadece bilgi bırakır ve gider ziyaret eder. Şuanda 26 CHP milletvekili vekillerimizi istedikleri an ziyaret edebildiler ama HDP’liler ziyaret edemiyor. 

Son olarak Diyarbakır’a, Bölgeye bir mesajınız var mı?

Özellikle, baskıcı yöntemleri öncelemiş olan iktidarlar, topluma korku salarak kendi zulüm düzenlerini yürütmek isterler. 2 yıldır yapılmak istenen buydu. Doğru, bir konuda başarılı oldular, birçok akademisyen siyasi, ideolojik kodları farklı olduğu halde bunlara boyun eğdi. Geçmiş dönemde bunlara ağır hakaretler eden bakanları var şuan kabinede. Bir İç işleri Bakanı bir diğeri Başbakan Yardımcısıdır. Kurtulmuş’un, Soylu’nun neler söyledikleri kayıtlarda duruyor. Bunlar bu korkuya boyun eğmiş olabilirler. Başbakan da bu korkuya boyun eğmiş. Başbakan, inanmadığı bir referandum kampanyası yürütüyor. Ben, iddia ediyorum; Başbakan sandığa gittiğinde ‘Hayır’ oyu atacaktır. Çünkü kendisini siyaseten ortadan kaldıracak bir paketi niye onaylasın? Biz ne iktidara ne de Cumhurbaşkanına geçmişten bu yana ne hakaret eden noktada olduk ne de korkulara boyun eğdik. Korkuyla bir toplumu teslim almak bir yere kadar başarılı olur ama bir yerden ufak bir patlak verirse o patlak büyür ve geri dönülmez noktada insanları cesaretlendirir. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Eşgenel başkanımızın halkımıza mesajı şudur: Mutlu olsunlar, cesur olsunlar. Hz. Ali’nin bir sözüdür, diyor ki, ‘Haksızlıklara ve zulme karşı boyun eğmeyiniz, haksızlığa karşı boyun eğerseniz sadece hakkınızı kaybetmesiniz, onunla birlikte onurunuzu da kaybedersiniz’.”

 

ALİ ABBAS YILMAZ-ÖZEL

 

 

 

 

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri