“Hayat bazen
Dudağımızdan öper bizi
Ve rengârenk yayılır
Önümüze bir atlas gibi,
Gezdirir bizi sokaklarda
Uçurarak havalarda
Ve hissederiz kendimizi güvende;
Bizim boyutumuzu alır
Uydurur bize adımını
Ve bir tavşan çıkarır eski şapkadan
Ve insan çocuk gibi mutludur
Çıkarken okuldan.
Hayat Bazen
Kahve içer benimle
Ve o kadar güzeldir ki
Doyamazsın bakmaya.
Saçını çözüp davet eder beni
Kendisiyle sahneye çıkmaya.
Hayat bazen
Anadan üryan
Karşımıza çıkar
Ve sunar bize bir armağan
Bilseniz ne ürkektir
Bozmamak için büyüyü
Parmakların ucunda yürümek gerekir.
Hayat bazen
Elinde fırçayla gelir
Tüylerimiz dikilir
Kullanmasını bilen insana
Onun yaptığı kıyağı
Sözcükler yetmez adlandırmaya.
Hayat bazen
Bir şaka yapar bize
Uyanıveririz birden
Anlamayız ne olduğunu,
Kendimizi bir balkabağına oturmuş
Dişlerken buluruz bir odunu.”
Eduardo Galeano Barselona’daki sürgün günlerinden birinde ziyarete gittiği evin küçük kızıyla sohbete dalar. Sohbetinde küçük kız Galeano’ya “ne iş yaptığını” sorar? “Yazıyorum” der Galeano! “Ne yazıyorsun” diye sorar küçük kız! “Kitap yazıyorum” der…”Ben kitapları sevmiyorum, şarkıları seviyorum. Çünkü kitaplarda kelimeler öylece sessizce durur. Oysa şarkılarda öyle mi! Uçuşuyor kelimeler” der.
İşte İspanyanın ünlü ozanı Joan Manuel Serrat “Gabo ve Maria”ya mesnet olan şarkısının sözlerinde “Hayat Bazen…” derken tam da o uçuşan kelimelerin kudretine sığınır…
Hayat bazen nedir ki! Ruhunuzdan, bedeninizden, kendinizden bir parça bildiğiniz / bildiklerinizin hoyrat ellerde özgürlüklerinin kısıtlanışına günler geceler hatta saatlerce hiçbir şey yapamadan biçare kalışınızın yeknasaklığıdır belki de…
Bu sebeple Alberto Manguel’in harika kitabı “Kelimeler Şehri”nin girizgâhında dediği gibi “Her sınır, içeriye aldığı kadar da dışarıda bırakır…” insan tekini…