Yaşam koskoca bir labaratuvar insan ise masada iğdiş edilmeyi bekleyen patolojik bir kurban..elinde neşteriyle bekleyen ise toplumun ahlak anlayışı;labaratuvar sahibine düşen ise mumyalaşmış ahlâk algısını saklı bulunduğu tabutla daha bir derine gömmek. Bu ahlak anlayışının özellikle genç nesle çokça acı çektirdiği aşikardır. İster dine ister milliyete bağlı olsun her toplum rüştünü ıspatlamak için bireyin özgürlükçü ,cinsel ve anarşist yapısını bastırma ve bu eğlimlerin önünü kesme ve ahlak ya da düzen olarak adlandırılan engellerin ardına saklama gereği duyar.Tarihin ilk çağlarından beri toplumsal yapı kendi kurallarını yekpare uygulamak için insanı belli bir düzen içinde muntazam etmeye çalışmıştır.İlkel ve göçebe topluluklardan sanayi devrimine kadar neredeyse her toplum.İlkel güdüleri bastırmak adına farklı yöntemler bulmak için uğraşmıştır. İlkel toplumlar acımadan şiddet uygulamayı seçmiştir.İlkyahudi topluluklarından ,Kalvanistlere, Sparta uygarlığına değin insan eti kızgın demirle sağlanarak insanlığı bu dürtüden arındırmaya çalışmışlardır.Tüm bu şiddetin amacı toplumda egemen olan inanca ve ahlaka zeval gelmemesi ve bundandır ki inanç ve ahlak adına şiddet uygulamak meşru sayılmıştır.
Tarihsel dönem farklı olsa da toplumsal ahlak düzenini kurmak için yapılan baskı ve şiddet yöntem değiştirerek devam etmiştir. Tek tanrılı veya çok tanrılı toplumsal yapılanmalarda insanoğlunun yoldan çıkmaya meyilli yaratılışının maneviyatını ve ruhunu korumak için insanın bedensel tutkusuyla savaşmıştır.Dinler insandaki ihtirası bildiği için onun ruhsal maneviyatını ön plana çıkarmak icinsavaşmıştır.İnsan ruhunu bedensel tutkulardan arındırmak ve ruhu manevi yuvasına göndermek için bedeni yakmak veya zindanlarda çürütmekten çekinmemiştir.Bu uygulamaların neticesinde insanoğlu toplumsal yapının içinde ahlaki görünüp toplumsal alanda ve söylemsel dünyada maskelenmiş duyulara sahip oluyordu.Tabiki madalyonu öteki yüzü öyle değildi.Kamusal alanın dışındaki birey erkin katı ahlak düzenini yıkacak en küçük bir fırsatı gördüğü anda duyusal dünyasındaki dürtüsel gerçekliğini sağıltmaktan geri durmuyordu.Bu ikircikli durum toplumsal erkin istediği bir şeydi aslında insan kamusal alanda maskelenecek ama kendi alanında dürtülerin en dibine kadar yaşayarak iki üç arasında normal ( nevrotik) olmaktan uzaklaşacaktı.Bu durumda ise erkin elindeki ahlaki sopa daha bir değer kazanacaktı.19.yy gelindiğinde ise aklın egemen olduğu bilimin hemen hemen her gün üzerine katarak geliştiği akıl devrimin yaşandığı toplumsal yapılanma mevcuttu.Bu toplumsal yapılanmada erkin ahlak anlayışı” Yap ama kimse görmesin “mottosuydu akıl ve bilim o derece kutsal sayılmisti ki ahlaki akıl çemberinde yorumlamayıp uygulammak imkansızdı.
21.yy toplumsal yapılanmasında ise emperyalizm ,kapitalizmin ve bilimde ki hızlı gelişmeyle birlikte dünya insanın milliyet eksenli ahlak anlayışından ziyade bireye indirgemeci ahlak yapısının oluşması doğal bir sonuçtur.Tabiburdapsikososyal bilimlerin özellikle de psikanlizmin gelişmiş ve geniş halk kitlelerin de kabul görmesi yadsınamaz ana sebebtir.Çünküpsikanlizm bize dışardan bakıldığında gayri ahlaki olan her olgunun kendi içinde ahlaki olabileceğini göstermiştir.Şoyle ki yaşama benzer hayat görüşüyle bakan ama toplumsal olarak gayri ahlaki isler yapan iki bireyin bir arada bulunması kendi içinde tutarlı ve ahlakidir.Yani ahlak bireye temellenip bireyin kendi yaşamsal döngüsü içinde bir söylemle ve edimle mana bulur.
Yazımı Nietzsche’nin bir sözüyle bitirmek istiyorum.
“Bir ruh hakikatin ne kadarına dayanabilir ,ne kadarını anlamaya cesaret edebilir?Bu benim için önemi giderek artan bir değer yargısına dönüşüyor.Yanılgı-ideallere olan inanç -korluk değil korkaklıktır ... Anlayış bakımdan elde edilecek tüm kazanımlar ve ilerlemeler, ancak ve ancak cesaretle, kendine karşı sergileyeceği sert tutumla ve kendine dürüst olmasıyla sağlanabilir.”