Sabahattin Ali, ikinci romanı “İçimizdeki Şeytan” 1940 yılında yayınlanır. Romanda, İkinci Dünya Savaşı öncesinde kültür, sanat ve üniversite çevresindeki farklı siyasal ve toplumsal eğilimleri eleştirir. Dönemin aydın yapısına ve özellikle Turancı çevrelere eleştirel bakış sunar. Politik bir roman olan İçimizdeki Şeytan’da, Sabahattin Ali ideolojik kimliğini, siyasal duruşunu ortaya koyar. Nihal Atsız’la aralarındaki siyasi tartışmalar yoğun ve hatta çok sert bir üslupla yürütülür. Nihal Atsız 1944 Nisan’ında başbakan Şükrü Saraçoğlu’na, Sabahattin Ali hakkında yazar. Hakaret içeren bu yazıdan dolayı Atsız, 4 ay hapse mahkûm edilir. Bu tartışmalardan dolayı, Sabahattin Ali aleyhine kampanyalar, gösteri ve saldırılar giderek artar.
1946’da Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la birlikte çıkardıkları Marko Paşa dergisi bir süre sonra sıkıyönetim tarafından kapatılır. Devamında çıkardıkları Malum Paşa, Merhum Paşa ve başka adlarla çıkardığı dergiler de kapatılır. Ali Baba adlı mizah dergisinde “neşren hakaret” den mahkûm olur. 1948’de üç ay cezaevinde kalır. Zincirli Hürriyet gazetesinde yazdığı bir fıkradan dolayı yine kovuşturmaya uğrar.
Sabahattin Ali’nin özgür ve bağımsız vatan özlemi; yabancı dil öğrenmek için gittiği Almanya’da içeriği daha da derinleşir. Almanya’da dünya edebiyat eserlerini okuma imkânı bulması; onun siyasal ve kültürel birikimine önemli katkı olur. Almanların kibirli ve yabancı düşmanı şoven milliyetçi yaklaşımları; onun, yabancı düşmanlığına karşı, insan sevgisine dayalı duruşunu daha da güçlendirir.
Nâzım Hikmetten de etkilenen Sabahattin Ali, Sinop cezaevinde kaldığı süreç ona önemli malzeme sağlar. Burayla ilgili: “Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarına gözleri dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır?” değerlendirmesini yapar.
Sabahattin Ali, hapisten çıktıktan sonra, yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çeker.
1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı da; gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biri olur. Romanda bir Anadolu kasabasında gelişen ekonomik ve toplumsal değerlerin; yeni dönemde, yeni yaşamı nasıl şekillendirdiğini; ruhsal durumlarını nasıl etkilediği inceler.
Kahramanları genelde yalnızlığa ve doğaya sığınır. Onun için bütün insanlar temelde iyidir. Öykülerindeki kahramanları içimizden birileri; çevre olarak da köy ve kasabaları, buralardaki yoksulluğu, geri kalmışlığı ele alır. Köylülerin, aydınlar, zenginler tarafından küçümsenmesini eleştirir.
Dağlar ve Rüzgâr (1934) ilk şiir kitabıdır. Kitap edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırır. Şiirlerini hece ve aruz vezni ölçülerini kullanması; imgeleri sade ve ölçülü kullanır. Bundan dolayı şiirleri okuyan herkes tarafından çok sevilmiştir. Genellikle koşma biçiminde yazmış olduğundan, birçoğu bestelenerek şarkı sözü haline getirilir. Günümüzde şiirleri en fazla bestelenen şairler arasında sayılmaktadır.
Şiirlerinde ana konu; doğa, insan, aşk, umut ve umutsuzluk üzerinedir. Birçok ünlü sanatçı tarafından seslendirilen bu parçalar, toplumun bütün kesimleri tarafından sevilerek dinlenmeye devam etmektedir. Dinleyenin hafızasında yer eden ve çoğumuzun defalarca dinlediği bu parçalardan bazıları: Aldırma Gönül (Edip Akbayram), Leyim Ley (Zülfü Livaneli), Çocuklar Gibi (Sezen Aksu), Ben Gene Sana Vurgunum (Nükhet Duru), Göklerde Kartal Gibiydim (Volkan Konak) gibi sanatçılar tarafından seslendirilmektedir.
Sabahattin Ali yazdığı öykü, roman ve şiirlerin dışında; Almancadan birçok edebi eserin çevirisini de yaparak onları okuyucularla buluşturmuştur.
Varlık Yayınevi yazarın eserlerini yedi ciltlik bir külliyat halinde basar. Daha sonra Bilgi ve Can Yayınevleri Bütün Eserlerini yeniden basarlar.
Sabahattin Ali’nin ötekileştirilmesi, saldırılara uğraması ve öldürülmesinin aydınlatılamaması, mezarının dahi bilinememesi, tarihsel bir acı olarak tarihsel, toplumsal belleklerde yerini alır.
Yaşamını insanların mutluluğuna adamış bir aydın olan Sabahattin Ali; yaşadığı zor yaşam koşullarına rağmen, boyun eğmez. Sorgulayan, eleştiren tavrı; ezilen, aşağılanan, suskun kitlelerin sesi olmaya çalışan cesur bir aydın olmuştur. Kadınların aşağılanmadığı, insanların sömürülmediği, adaletli bir dünya ister. Umutsuzluğa karşı moral veren bir çizgide yürür. Sanatçı olmanın getirdiği hassasiyetle, zor günlerin geçeceği mesajını verir. Gerçekçi yaklaşır. Vicdanlı, iyi bir şair, öykücü ve romancı olmasına rağmen; kendi yaşam serüveni ve trajik sonu insanı derinden etkileyen bir öykü ve romandır.
İnsan sevgisi, yaşamı daha iyi koşullar içinde sürdürme çabası; boyun eğmeyen; üreten bir yazar olarak unutulmazlar arasına girer.